Bu akşam ABD Merkez Bankası FED’in faiz kararını öğreneceğiz. Beklenti; şimdi olmasa bile bu yıl içinde 3 veya 4 faiz artışı olacağı yönünde… Kimi ilk artışın 50 baz puan olacağı, kimi de Mart’tan itibaren 25 baz puanlık artışların geleceğini tahmin ediyor.
Ayrıca FED’in bilanço küçültmeyi de eşanlı devreye alacağı beklentisi var. 2008 Eylül’ünde Küresel Kriz başlangıcında 875 milyar $’lık bilançosu, COVID sırasında 4,4 trilyon $ ve şimdi de 8,8 trilyon $ olduğu ortamda, faiz artışına paralel olarak küresel arenada doların değerleneceği gerçeği var.
TÜRKİYE’NİN FAİZ DALGASINA KARŞI DURUŞU
Bu süreçte Türkiye, bir yandan enflasyon ithal ederken diğer yandan faiz de ithal edecek. Dış kaynağa muhtaç ekonomide borçlanma maliyetimiz artacak, döviz nakit yönetimimiz daha da zora koşulmuş olacak. Sorun şu ki Türkiye, elindeki finansal enstrümanlarla ne yapabileceğine karar vermiş değil.
Son 30 yılda 761 milyar $ faiz ödedik. Bu, neredeyse 1 yıllık Türkiye milli geliri… Ülke risk puanı CDS’imiz 500 civarındayken dolar bazında %6-7’lerle borçlanabileceğiz. Risk ve enflasyon, borçlanma faizlerimizi artırıyor. Peki, bu şartlar altında ihtiyaç duyduğumuz kaynağın maliyeti nereye varır?
EN KIRILGAN 2’NCİ ÜLKE TÜRKİYE
Bloomberg International’in çalışmasına göre FED’in faiz artımı karşısında en fazla kırılganlık yaşayacak ülkeler sıralamasında, Arjantin ilk sırada ve Türkiye 2’nci durumda. Sırasıyla bizi Güney Afrika, Kolombiya, Mısır ve Brezilya izliyor. Arjantin çok özel bir hal olduğu için onu saymasak daha iyi…
Türkiye; daha önce cari açık üzerinden “kırılgan beşli” diye ilan edilmişti. Aslında bizim döviz üzerinden kırılgan bir yapımız daima var olmuştur. Tam da bu yüzden ekonominin kırılganlığını bertaraf edebilmek için özkaynak üretmeye ve kendi göbeğimizi kendimizin kesmeye mecburuz.
İKİ SORU İKİ CEVAP
Ortalık faiz dolu, bunun sebebi nedir?
Merkez’in politika faizini takan yok. Son 4 ayda faizleri 500 puan indirdik ama kredi faizleri ineceğine, 900 baz puan artmış durumda. Sebep, faizin politika enstrümanı haline getirilmesi, “nas” diye değerlendirilip sadece iniş yönünde kullanılabilmesi… Oysa indirmek için de artırmak gerekiyordu.
Negatif reel faiz daha önce de yaşanmış mıydı?
1970-80 arasında enflasyon şaha kalkmış ve reel faizler şimdiki gibi negatif seyretmişti. Hele ki 1977-82 arasında bu fark büyümüş ve ülke, ekonomik sistemini “ithal ikameciden dışa açık büyümeye” dönüştürecek kadar köklü yapı değişikliğine gitmişti. Yetmemiş, 1980 darbesini de yaşamıştık.
NOT
TAŞIMA SU İLE DÖNEN DEĞİRMEN
Türkiye’nin belki de en sade tanımı bu… Büyümesini dış kaynağa dayanarak sağlayabilen ekonomi yapımızla “enflasyon ve faiz” çağında bizi zor bir yarın bekliyor. İç tasarrufların yetersiz olduğu ülkede acaba büyüme değirmeninin suyu nereden gelecek?
Belli ki çözüm, kendi kaynağımıza dayanmak… Bu da iç tasarrufları cesaretlendirmekle olabilir. Şu anda negatif reel faizin %22-30 olduğu şartlarda krediye kaynak oluşturacak tasarruf üretilebilir mi? Türkiye pratiğinden biliyoruz ki ancak %7’lik reel faiz, verimli kaynak üretebiliyor.
Oysa bizde “faiz artmayacak, bunu unutun” diyen bir ekonomi yönetimi var ve enflasyonu indirme gayreti de imkânı da niyeti de bulunmuyor. Sahi, taşıma su ile bu değirmen döner mi?