Faizleri düşürmek için yola çıkıp…

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Eylül ayına kadar da ekonomimizin çok iyi gittiği söylenemez, ancak ufukta topyekun bir kriz de görülmüyordu doğrusu. Tabii ki, kamunun (özellikle döviz cinsinden) artan borçlanması, kamu bankalarının zayıflamış bilançoları, artan maliyetler karşısında zarar eden KİT’ler, istihdamda istenen artışın yakalanamamış olması gibi sorunlar devam ediyordu. Öte yandan, enflasyon eski düzeylerinin oldukça üzerinde 20’li rakamlara yaklaşmış olsa da (ki bunun önemli sebeplerinden biri de Dünyadaki emtia, gıda ve enerji fiyatlarındaki artışlardı), kimse enflasyonun kopup gitmesini beklemiyordu. (Eylülde 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 13 civarındaydı; bu beklenti Aralık ayında yüzde 22’ye yükseldi. Ocak anketinde ise yüzde 30’ların üzerine çıkmış olacak!) Dolar kurunda 8.50 civarlarında bir stabilite sağlanmış gibiydi. Pandemi sonrasında başlayan ihracat ivmesi devam etmekteydi. 3. çeyrekteki yüzde 7.4’lik büyüme ve gelen PMI verileri özellikle ihracat kaynaklı bir büyümenin devam ettiğini gösteriyordu.

Her şey MB’nın makul reel faiz söylemini (ve böylece de “ortodoks” politikaları) bırakarak, Eylül toplantısında politika faizini indirmesiyle başladı. Dünyada enflasyonist bir ortam varken, Türkiye’de henüz dezenflasyonist bir ortam oluşmamışken, daha önceki yapay canlandırma programlarının yüklerini üzerimizden atamamışken ve net döviz rezervlerimiz de toparlanamamışken, böyle bir karar alınması, ve ilerleyen aylarda da bu politikanın “kör gözüne parmağım” şeklinde devam ettirilmesi bizi doğal olarak bugünlere, bu “sürdürülemez” duruma getirdi.

Peki, sonuçta Hükümet çok istediği faiz düşürme politikasında başarılı oldu mu? Eğer Eylülde yüzde 17 olan Türkiye’nin 10-yıllık borçlanma faizlerinin bugün yüzde 24’e, tüketici kredi faizlerinin yüzde 23’ten yüzde 28’e ve ticari kredi faizlerinin yüzde 21’den 23.5’e gelmesi faizlerde bir düşüş olarak görülüyorsa, “evet, başarılı olundu” denilebilir! Üstelik burada verdiğim kredi faiz oranları 24 Aralık’a ait. Hepimiz biliyoruz ki, son 10 günde faizlerdeki artışlar hızlanarak devam etti.

Bugünlerde ekonomi politikasında yapılan hataların üstünü “heterodoks” bir program uygulanmakta olduğu iddiasıyla kapatma çabaları söz konusu. Evet, ekonomi biliminde “heterodoks” politikalar diye bir kavram var. Örneğin, özellikle resesyon şartlarında kamu maliyesinin daha aktif kullanılması, bütçe açığının milli gelire oranına bağlı kalınmaması ve neoliberal iktisatçıların pek önem atfettiği kamunun dışlama etkisinin (crowding out) dikkate alınmaması bir heterodoks politika sayılabilir. Ancak böyle çok da radikal sayılmayacak bir politika bile çok sağlam ekonomik analizlerle desteklenir. (Kamunun harcama çarpanının yüksek olması, ileride vergi gelirlerinin artacak olması vs. gibi). Türkiye’de bugün uygulanan ekonomi politikalarını ve alelacele ihdas edilen enstrumanları “heterodoks” bir politika olarak yansıtmak doğru değil. Her şeyi bırakalım bu politikaları rasyonel bir baza oturtabilecek ve ileriye dönük beklentileri şekillendirecek ne bir çalışma, ne de bir çaba var, açıkçası. (Tabi “zaten bu uygulamaları rasyonel bir baza oturtmak mümkün değil” denilebilir. – No comment!)

Serbest bir ekonomide piyasalar yapılan ekonomi politika yanlışlarını affetmezler, ve eninde sonunda politika yapıcılarının doğru yola dönmesini sağlarlar. Ümit edelim, bugünkü inatlaşma TL daha fazla değer kaybetmeden, enflasyon daha da yüksek seviyelere çıkmadan, hanehalklarının alım gücü daha da düşmeden, piyasadaki fiyatlama ve tedarik problemleri iyice ağırlaşıp ekonomiye kalıcı zarar vermeden sona erdirilir.

Tüm yazılarını göster