✔ Faizin düşürülmesi gerektiği, ekonominin ancak bu sayede düzelebileceği görüşü yine revaçta. Bu görüş ne zaman gündeme gelse, bu köşede daha önce üç beş kez yer verdiğimiz bir senaryoyu hatırlıyoruz.
✔Aslında hep beraber tempo bile tutabiliriz; "Faiz aşağı" diye... Eğer bu sonuçlara katlanabileceksek...
Elinde yalnızca bindiği arabası ve oturduğu evi kalan işadamı ağır ağır ilerleyen trafikte işyerine doğru gidiyor ve her zaman olduğu gibi radyoda Türk sanat müziği dinliyordu. Pandemi işlerini çok fena aksatmıştı. Talep adeta yerlerde sürünüyordu. Kur sürekli dalgalanıyor; faizler, kredi kullanmasına elvermeyecek düzeyde yüksek seyrediyordu. Faiz biraz düşse bile gelecek kaygısı kredi kullanmasına zaten engeldi. Şirketi büyütmek şöyle dursun, ayakta kalmaya çalışıyordu artık. Dalgındı, kaygılıydı, daha da ötesi endişe içindeydi.
Radyodaki müzik yayını birden kesildi ve sunucunun heyecanlı sesi yükseldi:
“Bir son dakika gelişmesi için yayınımıza ara verdik sayın dinleyiciler. Merkez Bankası gece yarısı aldığı kararla faiz oranını yıllık yüzde 1’e çekti.”
İşadamı irkildiğini hissetti, faiz yüzde 1’e mi indirilmişti! Radyonun sesini iyice açtı:
“Merkez Bankası’ndan yüzde 1 faizle kaynak kullanma olanağı elde eden bankaların, kredi faizlerini yüzde 2 dolayına düşürmesi bekleniyor.”
İnanılmaz bir gelişmeydi bu. Sevinçten ne yapacağını bilemedi, “Harika” diye bağırdı arabada.
Ne olacağı belliydi artık; faiz düştüğüne göre enflasyon da aynı hızda düşecek ve piyasa canlanacaktı. Haliyle satışlar artacak, kendisi de üretimini artırabilecekti. Kredi kullanıp işini büyütmesi de mümkün hale gelmişti. Kaç zamandır aklındaydı yeni yatırım ama mevcut faizlerle niyetlenemiyordu bile.
Merkez Bankası’nın bu kararı imdadına yetişmişti işte. Arabanın içinde olmanın ve duyulmayacağını bilmenin coşkusuyla “Harika” diye bağırdı yeniden; kendi kendine gülüyordu ve yanından gelip geçenlerin tuhaf tuhaf bakmasını hiç umursamıyordu.
Hem coşku, hem merak içinde başka haberler de olabileceği düşüncesiyle diğer kanallarda gezinmeye başladı. Her yerde bu haber vardı. Bir kanal ünlü bir iktisat profesörüne bağlanmış görüş soruyordu.
“Olmaz böyle şey” diyordu profesör ve “Bu ekonominin gerçekleriyle örtüşmez, faiz diğer koşullar oluşmadan bir kararla düşürülemez, bunun sonu felaket olur” diye devam ediyordu.
“Niye felaket olsun ki” diye düşündü ama profesöre kulak vermesi gerektiğini hissetti:
“Yıllık enflasyonumuz kaç, yüzde 15-16. TÜİK’in son açıkladığı yüzde 15.61. Merkez Bankası faizi yüzde 1’e indiriyormuş ya, diyelim bankalar da mevduat faizini yüzde 2’ye çekti. Bir yıl sonrası için enflasyon ne bekleniyor, faiz operasyonu öncesi tabloda en iyi olasılıkla yüzde 10. Düşünün, elinizde 100 liranız var, bu para bankada durursa bir yıl sonra 102 lira olacak, ama şimdi 100 liraya alabileceğiniz bir eşyanın fiyatı 110 liraya çıkacak. Paranızı bankada tutar mısınız?
Sunucu, “Peki hocam tasarruf sahipleri nasıl davranır ya da nasıl davranmalı” diye sordu.
“Bir kere yeni hesap açılması bıçak gibi kesilir. İkincisi mevcut mevduatın vadesi gelip yenilenmesi gerektiğinde kimse vadeyi uzatmaz. Vadesi dolan hesaplar birer birer kapatılıp para bankalardan çekilecektir. Kaldı ki insanlar vade bitimini bile beklemeden birkaç saat sonra bankalara hücum ederse hiç şaşırmam.”
“İşler sarpa sarıyor” diye düşündü işadamı. İktisat profesörünü daha bir can kulağıyla dinlemeye başladı.
“Bugün bırakın herkesi, hesap sahiplerinin yalnızca yüzde 1’i bile gitse bankalar para ödeyemez hale gelir. Zaten normalde de bankadan yüklü miktarda para çekmek istendiğinde bir gün önceden haber verilmesi gerekir. Hadi bugün haber verildi, yarın ödenebilir mi, kesinlikle hayır. Bakın size birkaç tutar vereyim. Bankacılık sisteminde 12 Mart itibarıyla yaklaşık 1.6 trilyon lira mevduat var. Bunun yüzde 1’i 16 milyar yapar. Bu tutara döviz hesapları dahil değil. Yani mevduatın yüzde 1’i bile 16 milyar, peki bankalarda ne kadar para var dersiniz?”
İktisat profesörü soruyu kendi kendine sormuşçasına devam etti konuşmaya:
“Önce piyasadaki toplam para ne kadar ona bakmak gerek. Yine 12 Mart verisi, toplam kağıt ve demir para tutarı 185 milyar lira. Bu tutarın 16 milyarı da banka kasalarında. Yani bakın, mevduat 1.6 trilyon, bankaların kasasında da bunun ancak yüzde 1’i kadar, 16 milyar var. Bankalara mevduat sahiplerinin yalnızca yüzde 1’i gitse, para da bankalarda düzenli dağılmış olsa ve her gelene ödeme yapılsa, ilk gün para biter, ikinci gün ne olacak!”
“Öyleyse vatandaş parasını çekmek isterse felaket olur.”
“Ben de onu anlatmaya çalışıyorum ya. Bu karar nasıl alınmıştır, kimin fikridir bilemem ama enflasyon olduğu yerde dururken, bir gece yarısı kararıyla faizi böyle yüzde 1’e indirirseniz, bırakın 1’i, yüzde 5’e bile indirseniz, ekonominin ipini çekmiş olursunuz. Umalım bu bilgide bir yanlışlık olsun ya da hemen düzeltilsin. Yoksa felaket yaşarız felaket!”
“Hocam para basılarak çare bulunamaz mı buna?”
“Çare bulunduğu zannedilebilir. Para basılarak ödeme yapılır. Zaten vatandaş parasını talep ederse ödeme yapılmak zorunda. Vatandaşa Türk Lirası ödenmemesi söz konusu olabilir mi! Ama bu kadar para birkaç gün içinde ödense ne olur, bunu düşünmek lazım. Bakın çok basit bir örnek. Fırında 10 tane ekmek, piyasada da 10 lira para varsa, ekmeğin fiyatı 1 lirada dengeye gelir. Ama siz, fırın 10 ekmek çıkarmaya devam ederken piyasadaki para miktarını 20 liraya fırlatırsanız o zaman ekmeğin fiyatı da 2 liraya çıkar. Yani oluşacak bu sorunu para basarak aşmayı düşünen varsa enflasyonun çok kısa sürede üç haneli, hatta dört haneli düzeye çıkacağını göze alıyor demektir.
Hem eline para geçecek olan insanlar faiz yüzde 1’lerde 2’lerde seyrederken tekrar bankaya gitmeyeceklerine göre bu para ya dövize yönelir ya altına. Dolar artık o zaman kaç lira olur, kimse bilemez. Üç beş gün içinde 20 lirayı mı görürüz, 30 lirayı mı, bilemem.”
Sunucunun da kafası karışmış gibiydi.
“Peki hocam kur çok yükselecek gibi olursa döviz alım satımına bir süreliğine yasak getirilir mi” diye sordu.
“O da başka bir felaket olur. Dövizle ilgili herhangi bir kısıtlama getirilirse, vatandaş bu sefer bankadaki dövizini çekmeye koşar. Bankalarda 260 milyar dolar döviz hesabı var. Bunun 230 milyar doları vatandaşların ve şirketlerin. Bu TL mevduata da benzemez. TL’yi basar, sonuçlarına katlanır ve insanların parasını ödersiniz. Dövizi nereden bulup ödeyeceksiniz?”
İşadamında sevinçten eser kalmamıştı, hele dolarla ilgili tahmini duyanca. Ter bastı tüm vücudunu. Bir KOBİ sahibiydi ve çok değil 2 milyon dolar kadar dış kredi kullanmıştı ama dolarda son yıllarda yaşanan artış zaten nefesini kesmişti. Mevcut düzey bile büyük sıkıntı yaratıyordu. Şimdi 20 liradan, 30 liradan söz edilince tüm vücudunun kasıldığını hissetti. İşte o zaman işçilik günlerime dönerim, iş bulabilirsem, diye düşündü.
Başka bir kanala geçti. Yeni bir haber vardı. Farklı bir bilgi söz konusuydu:
“Tüm mevduat bankaları bir ay içinde otomatik olarak katılım bankasına dönüştürülecek.”
“Aman aman” dedi kendi kendine, bankalardan çok çekmişti, katılım bankaları değişik esasla çalıştıkları için daha esnek olurlardı. “Hiç olmazsa iyi bir haber duydum” diye biraz olsun sevindi.
Bu kanalda eski bir bankacı konuşuyordu:
“Bu kararın öyle uzun uzun ve etraflıca düşünülerek alındığını pek sanmıyorum” diye başladı bankacı.
“Sizce sakıncaları olur mu bu kararın?”
“Hangisini saysam ki... Bir kere Türkiye’de parasını bankaya yatıran tasarruf sahibi zaten kaç yıldır enflasyon kadar bile faiz kazanamıyor. Yani özünde anaparadan yiyor. Ama hiç olmazsa parasına ne kadar faiz alacağını biliyor. Şimdi katılım bankasına gittiğinde vade sonunda ne kadar kar payı alacağının garantisi yok. Ayrıca, hiç kar payı alamayabilir de. Bu durumda zaten mevduattan ağzı yanmış vatandaş ne kadar kazanacağını bilmeksizin katılım bankasını tercih eder mi, tartışılır. Dolayısıyla yıllardır çalıştığı bankanın katılım bankası olacağı kaygısına düşecek hesap sahiplerinin bankalara hücum edip parasını çekmek isteyeceğine tanıklık edebiliriz. Gerçi zaten düşecek faiz oranları da buna yol açacaktır. Böyle bir akın karşısında bir süreliğine, ortalık yatışana kadar bankalardan para çekilmesine engel getirilmesi gibi bir düşünce oluşursa, o zaman da finans sistemi onarılmaz bir yara alır, umarım yetkililerin aklından böyle bir şey geçmiyordur."
İşadamının eli radyonun düğmesindeydi, kanal kanal geziyordu. Bir radyoda televizyonlarda izlediği bir gazeteci değerlendirme yapıyordu:
“Merkez Bankası bankalara yüzde 1 faizle para kullandıracak olsa bile, bu paranın miktarı önemli. Merkez Bankası çok az para verirse, bankalar işlerini yürütebilmek için şimdiki faizle mevduat toplamaya devam eder. O zaman Merkez’in yüzde 1’lik faizinin bir önemi kalmaz, bankaların özel sektöre kullandıracağı kredinin faizi de inmez. Yani değişen bir şey olmaz. O yüzden uygulamayı görmek gerek. Hem bu konunun yabancı yatırımcı ayağı var. Faiz böyle yüzde 1’lere indirildiğinde Hazine de bu faizden borçlanmak istese yabancı gelip iç borçlanma senedi alır mı? Türkiye, nasıl dış kaynak bulacak? Tüm diğer olumsuzluklar bir yana, döviz girişi durursa kur nereye gider? Belli ki bunlar hiç düşünülmemiş.”
Kafası allak bullak olan işadamı, şuursuzca yola bakıyordu. Sabah yoğunluğunda önünde hep birkaç metre arayla takip ettiği araçlar olurdu. Bu sefer önündeki yol bomboş uzanıyor gibiydi. “Hayal mi görüyorum” diye düşündü. Yanından geçen arabalardakiler elleriyle garip garip işaretler yapıyorlardı ve yüz ifadelerinden pek de iyi şeyler söylemedikleri belliydi. Camının tıklatılmasıyla irkildi. Bir trafik polisi camı açmasını işaret ediyordu:
“Neyiniz var beyefendi? Niye durdunuz yolun ortasında, baksanıza trafiği tıkadınız. İyi misiniz, rahatsızsanız emniyet şeridine alalım arabanızı.”
“İyiyim iyiyim” diye kekeledi.
“Dalmışım, kusura bakmayın...” Gaza bastı, bir an önce uzaklaşmak istedi oradan. Deminden beri dinledikleri neydi öyle... Bir yandan da radyoya kulak verdi, aynı konuşmalar sürüyor mu acaba, diye. “Belki güzel bir şarkı dinler kendime gelirim” düşüncesiyle kanal değiştirdi yeniden. Ama duyduğu şarkı değildi, yine faizden, yüksek faizin zararlarından, faizde indirime gidilmesi amacıyla Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirildiğinden söz ediliyordu...
“Aman ha, aman ha indirmeyin şu faizi” diye söylendi kendi kendine; “Aman ha”...