Dünyada merkez bankalarının pek çok işlevi vardır. Para basmak, açık piyasa işlemleri vasıtasıyla piyasanın likiditesini dengelemek, nihai kredi verici olarak bankalara sıkışıklarda kaynak sağlamak, altın ve döviz rezervlerini saklamak ve yönetmek, vs. vs. Ancak en önemli işlevi para politikası ile ilgili kararlar almaktır. (Nitekim, örneğin dün akşam ABD merkez bankasının aldığı kararlar sadece ABD’de değil, tüm dünyada yakından takip edilmekteydi.) Bu işlevlerini icra ederken de merkez bankalarının yürütmeden bağımsız hareket etmeleri beklenir. Türkiye’de ise bir süredir para politikası kararlarının (özellikle Naci Ağbal’ın görevden alınmasından beri) Hükümetten bağımsız olarak alınmadığı biliniyordu. Eylül ayı ve sonrasındaki kararlar ise tamamen Hükümetin isteği doğrultusunda alınmaya başlanmıştı. Ancak bu konuda ne hükümet, ne de MB kanadından resmi bir açıklama olmadı. Neyse ki bizzat Hazine ve Maliye Bakanı Sn. Nebati haftasonu ekonomistlerle yaptığı toplantıda MB’nın para politikasının işlevsizleştirildiğini açıkladı. (Böylece her PPK kararı öncesi ve sonrası kendilerini kararlarla ilgili rasyonel ve mantıklı bir şeyler söylemek zorunda hisseden piyasa analistleri de rahat bir nefes almış oldu!)
Zaten, eğer bir ekonomide MB’nın politika faizi yüzde 14 iken, mevduat faizleri yüzde 20, kredi faizleri ise yüzde 25’lerde ise para politikası “de facto” işlevsizleşmiş demektir. Unutmayalım ki, para politikasının bir işlerliği olması için diğer piyasa faizlerinin politika faizi paralelinde hareket etmesi beklenir. Türkiye’de bu ilişki bir süredir kopmuş vaziyette. Ana sebep ise MB’nın reel politika faizi vermekten vazgeçerek enflasyon ile politika faizi arasındaki aralığın son derece açılmasına izin vermiş olması. Bugün itibarıyle bu fark eksi 22 puan. Ancak herkes biliyor ki, önümüzdeki aylarda gelecek enflasyon verileriyle fark eksi 40 puana kadar da çıkabilir. Böyle bir durumda, hâlâ Türk Lirası’nda kalmak isteyen tasarruf sahiplerinin daha yüksek bir getiri istemesi gayet doğal. (Tabi, bu getiri bile tasarruflarının hızla erimesini engelleyecek bir getiri değil.)
Para politikasının işlevsizleştirilmesi ile birlikte en büyük yara alan tabii ki TL’de duran (veya durmak zorunda kalan) yatırımcı oluyor. Düşünsenize, eğer enflasyon beklendiği gibi yüzde 50’lerde devam ederse, bir sene içerisinde yatırımcı tasarruflarının yaklaşık olarak yüzde 20’sini kaybetmiş olacak. Kısacası tasarruf sahibi üzerinde çok ağır bir finansal represyon, veya diğer bir ifadeyle zımni bir vergilendirme söz konusu. Son getirilen Kur Korumalı Mevduat enstrumanı da bu yaraya merhem olamıyor, çünkü bu enstruman enflasyondan koruma sağlamıyor. Hatta ne kadar çok TL mevduat sahibi bu enstrumana geçerse, TL de o ölçüde değerlenecek ve vade sonunda kur farkından doğan bir ek gelir doğmayacak.
Esasen enflasyondan korunabilmek için doğrudan enflasyona endeksli enstrumanlara yönelmek en doğrusu. Ancak o noktada da bankaların böyle bir yükümlülüğü paralel getiri sağlayan bir enstrumanla dengelemeleri gerekir. Enflasyona endeksli bir faiz üzerinden kredi verilmesi Dünyada görülmüş bir uygulama değil. Zaten hiç bir şirket de enflasyon bu kadar yüksek ve volatil iken böyle bir kredi istemez. Geriye enflasyona endeksli devlet tahvilleri kalıyor. Ancak son günlerde gördüğümüz gibi bu enstrumanlara piyasada çok talep olması ile birlikte faizleri de enflasyonun altında kalabiliyor. Tasarruf sahiplerinin bu enstrumanı doğrudan satın almaları, veya bu enstrumana yatırım yapan yatırım fonlarından satın almaları en mantıklısı herhalde.
Açıkçası, ben en çok son PPK kararında politika faizinin daha da düşürülmemesine şaşırdım. Eğer politika faizi ile piyasa faizleri arasındaki ilişki bu ölçüde kopmuş ise, ve yeni ihdas edilen enstrumanlar ve bankalara getirilen kısıtlamalarla yerli yatırımcının döviz talebi kontrol altına alınmış ise politika faizinin yüzde 10, 8, 5’e düşürülmesinin bir mahsuru yok. Aksine MB kanalıyla bankalara her gün verilen 350-400 milyar TL’nin maliyeti de iyice düşeceği için bankalar kredi faizlerini daha da düşürebilirler! Şaka bir kenara, böyle bir politikanın uzun vadede “sürdürülemez” olduğunu bir kere daha vurgulamakta fayda var.