Pazartesi açıklanan haziran TÜFE rakamıyla birlikte bazı kesimlerin bu sene bekledikleri faiz indiriminin hayal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bilindiği gibi mayıs ayında TÜFE rakamı tahminlerin altında gelince enflasyonun gidişatı yönünde daha iyimser tahminler de oluşmuştu. Ancak bu rakamın esasen mayıstaki pandemi tedbirleri nedeniyle sağlıklı fiyat verisi alınamadığından dolayı oluştuğu da gözlerden kaçmamıştı. Haziranda önceki ay hesaba katılamayan fiyatların verilere dahil edilmesiyle enflasyonun beklenenden daha yüksek çıkacağı bekleniyordu. Nitekim de öyle oldu. Gelen TÜFE rakamının yüksekliğini şöyle de açıklayabiliriz: Son 15 yılın haziran ayı TÜFE ortalaması sadece yüzde 0.10. (Türkiye’de aylık enflasyon rakamlarında özellikle gıda fiyatlarına bağlı olarak çok yüksek bir mevsimsellik vardır. Haziranda sebze-meyve fiyatlarındaki düşüşle birlikte aylık enflasyon da azalır, ve hatta çoğu sene eksiye düşer.)
Önümüzdeki aylarda bizi nasıl bir enflasyon beklediğinin sorusuna da Yİ-ÜFE ve çekirdek enflasyon gibi TÜFE’nin öncü göstergeleri sayılabilecek verilere bakarak bir cevap bulmaya çalışabiliriz. Bu ay yüzde 4,01 gelen Yİ-ÜFE sonucunda 2 endeks arasındaki makas yüzde 25 gibi anormal yüksek boyutlara ulaşmış durumda. Üretici fiyat artışlarının önümüzdeki dönemde TÜFE üzerinde baskıyı devam ettirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Keza, yüzde 18,2’ye ulaşan “B” çekirdek enflasyon rakamı da artışa işaret etmekte. Bu aybaşı yapılan yüksek oranlı zamların da temmuz enflasyonuna önemli bir etki yapacağı ortada.
Hatırlanırsa Merkez Bankası faiz politikasını Enflasyon Raporu’nda yer alan enflasyon patikası üzerinden yönlendireceği yönünde görüş vermişti. Bu patika TÜFE’nin yaz aylarında yüzde 17 seviyelerinde kaldıktan sonra sene sonunda yüzde 12,2’ye düşeceğini öngörmekteydi. Ancak, bu sene sonu hedefinin şimdiden kadük olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Son durumda, sene sonu enflasyonunun resmi rakamlarla bile yüzde 17’nin altında kalmasının imkansıza yakın olduğu söylenebilir. Bu da bu sene herhangi bir enflasyon indirimi ihtimalini ortadan kaldırmış gözüküyor.
Enflasyonla ilintili bu hafta açıklanan bir başka tatsız veri de reel efektif döviz kuru endeksi oldu. Bu ay bu endeks ilk hesaplanmaya başladığı 1994 yılından beri en düşük değeri olan 59.7’e geriledi. (Düşük endeks rakamı paramızın daha değersiz olduğu anlamına geliyor.) Ekonomi literatüründe bir ülkenin kalkınma ve gelişimi ile birlikte o ülkenin parasının da zaman içerisinde daha değerli olacağı yönünde Samuelson-Ballasa etkisi adında bir kuram vardır. (Bu etki büyük ölçüde o ülkenin cari dengesinin fazla vermesiyle sağlanır.) Maalesef ki son REDK verisi Türkiye ekonomisinin karşılaştırmalı olarak son 28 senede az gidip uz gidip pek de bir yere varamadığını göstermekte.
Bu bağlamda yetkililere şöyle de bir uyarıda bulunmak isterim: Sanmayın ki, eğer bazı sebeplerle zaman içerisinde üretici fiyatlarındaki artış tüketici fiyatlarına yansımaz ve resmi rakamlarla enflasyon en azından 20’li seviyelere gelmez ise, her şey yoluna girmiş olacaktır. Mevduat ve diğer sabit getirili TL enstrümanlarda kalanların reel zararları bir kenara, bu durumdan asıl en çok mağdur olacaklar nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan maaşlı çalışanlar ve emekliler olacaktır. Maaşlar enflasyona endekslendiği için resmi enflasyon rakamları üzerinden yapılacak artışlar yaşanan gerçek fiyat artışlarını karşılamakta son derece yetersiz kalacaktır. (Hele bir de bu artış oranları “gelecek” düşük farazi enflasyon tahminleri üzerinden yapılırsa, alım gücü kayıpları daha da yüksek olacaktır.) Bu da Türkiye halkının büyük bir bölümünde önemli bir alım gücü kaybı demektir. Kısaca ciddi bir açmaz bizi beklemekte.