Türkiye’nin gündemini oluşturan çok sayıda iç ve dış konuların arasına “fahiş fiyatlarla mücadele” konusu da girdi. En yetkili ağızdan konu defalarca ve hatta yurt dışından bile gündeme getirildi. Bakanlar Kurulu gündemine konuldu. İlgili bakanlık devreye sokuldu.
Açıkçası iktidar ve muhalefet tarafından konu gündemde tutulmaya devam ediyor.
Özellikle Cumhurbaşkanı tarafından 5 tane büyük market zincirinin denetime alındığı ifade ediliyor. Hemen her gün de görsel basında konu yerini alıyor. Müfettiş oldukları her halinden belli kravatlı ve ciddi görünümlü görevliler ile mağaza yetkilileri 1-2 dakikalığına da olsa aynı ekranda görünüyor.
Aslında 15 Eylül 2021 tarihli yazımızda “Bürokrasiyle ve denetimle fiyatlar düşmez!” başlığıyla fiyatların niçin denetimle düşmeyeceğini açıklamıştık. Zira serbest piyasa ekonomisindeki görünmez bir elin arz ve talebe göre fiyatları oluşturduğunu biliyoruz. Yine de nedense çözümü denetim gibi geçici, faydasız ve hatta anlamsız yollardan arıyoruz. Böylece denetimin mahiyetini ve işleyişini bilmeyen sokaktaki insanın boş tatminine yöneliyoruz, yani “…mış gibi” yapıyoruz.
Şimdi konunun başka boyutlarına yeniden göz atalım ve özellikle de konuya vergi penceresinden bakalım.
Fahiş fiyat konusunun başka boyutları…
Anlaşıldığı kadarıyla şimdilik 5 büyük market zinciri ile bazı illerde sebze ve meyve halleri denetleniyor. Bu arada beyaz eşya üreticileri de Rekabet Kurulu’nun radarına girmiş bulunuyor. Açıkçası bir denetim salgını ortalığı sarmış görünüyor.
Biliyoruz ki 5 büyük marketin en tipik özelliği ucuzluk marketleri olmasıdır. Bu modelin temeli de Almanya’daki “Endi” zincirinden geliyor. Binlerce kalem mal sokak aralarında oluşturulan aynı tip satış merkezlerinde müşteriye sunuluyor.
Sadece bunlardan bir tanesinin bile şube sayısı çoktan 10 bini geçmiş durumda. Dolayısıyla hepsinin sayısı, yerel olan markalarla birlikte belki 100 bine ulaşıyor. Öyle ki caminin veya apartmanın alt katlarında kurulan bu satış merkezleri bakkalı, manavı, kasabı piyasadan silmiş bulunuyor. Gerçekten de bu kadar frensiz ve her sokakta karşılıklı açılan iş yerleri küçük esnafı çok zorluyor.
Ama bu marketlerin en önemli avantajı taze, günlük, raf ömrü bitmemiş, belgeli ürün satmaları. Kaldı ki bu marketler, yurt içinden büyük miktarda malı 60, 90 gün vadeyle satın alıp müşteriye nakit veya kredi kartıyla peşin satıyor. Aynı şekilde yurt dışından büyük partiler halinde ithalat yapıp yine çok uygun fiyatlarla müşteriye sunma imkânları oluyor.
Söz konusu ucuzluk marketlerinin haftanın belli günlerine ilişkin ucuz parti mallarını televizyonlarda fiyatları ile reklam konusu yapmaları sabahın köründe bu iş yerleri önünde kuyruklara neden oluyor.
Yani vatandaş genelde memnun; alan razı, satan razı… Kaldı ki serbest piyasa rejimi var.
Market açısından bütün bu işlemlerin temel amacı elbette kar etmektir; öte yandan da müşteriye ucuz mal sunabilmektir. Dolayısıyla marketin bu işlerden kazanç elde etmesi normal, zira bunlar yardım sevenler derneği değil, birer kar veya kazanç merkezleri. Unutmayalım ki satış politikası veya raf ömrü nedeniyle bu marketlerin zararına satış yapması da işin bir başka gerçeği.
Vergi penceresinden fahiş fiyat konusu…
Her şeyden önce “fahiş fiyat” konusundan ne anlaşıldığını kamuoyuyla paylaşmak lazım. Bir marketin satın aldığı ya da ithal ettiği malı hangi fiyata satarsa fahiş fiyat olacağı konusu belirsiz.
Konunun vergi boyutu nedense hiç konuşulmuyor.
Eğer iddia edildiği gibi fahiş fiyata satış söz konusu ise, daha fazla kazanç ve dolayısıyla daha yüksek kurumlar vergisi ortaya çıkıyor demektir. Yani vatandaşın yanında devlet de kazanmış oluyor.
Tam aksine zararına satış olursa o zaman da kurumlar vergisi çıkmıyor.
Dolayısıyla denetim konusuna vergi denetimini de dahil etmek gerekiyor. Ticaret Bakanlığı’nın çok sınırlı sayıdaki denetim gücü yanında Maliye’nin 8-9 bin kişilik vergi müfettişi adında denetim ordusu var. Üstelik bunlar denetimi yani neyi ve nasıl denetleyeceğini çok iyi biliyor. Yani eğer denetim yapılacaksa Maliye’nin denetim gücünü de buna dahil etmek lazım.
O zaman da denetimin çerçevesini tayin etmeye, ciddi bir zamana ihtiyaç var.
Aslında etiketlere takılmak ve piyasaya korku salmak yerine, üretimden tüketime tedarik zinciri sürecinin yasal ve gerçek işleyişini oluşturmak lazım.