Gülten Dayıoğlu, ilk göz ağrısı Fadiş’in 50. yaşı ile ilgili olarak “şu günlerde, sevgili Fadiş kızımın mürüvvetini görmenin sevinç ve coşkusunu yaşıyorum” demiş. Ben de neredeyse 40 yıldır tanıştığım sevgili Gülten Hanım’ın bu mutlu gününü kutluyor, nice yıllara, nice yeni kitaplara diyorum.
Gülten Dayıoğlu’nun kendi yaşamöyküsünden esinlenerek kaleme aldığı, küçük bir kızın sevgi ve duygu yüklü öyküsünü anlatan Fadiş, 1971 yılından bu yana üç kuşağın yakın arkadaşı. Geçen 50 yıl boyunca sayısız hayata dokunan romanda yediden yetmişe herkes kendinden bir şeyler buldu. Özellikle Fadiş’in yaşamın zorlukları karşısında gösterdiği direnç okurlara örnek oldu. Fadiş’in 50. yılında Altın Kitaplar, 100. baskıyı Gülten Dayıoğlu’nun ıslak imzası ile bir koleksiyon kitabı niteliğinde yayınladı.
Bu haber beni, Fadiş’le, Dört Kardeştiler’le yani, Gülten Dayıoğlu kitaplarıyla büyüyen bir kuşağın ferdi olarak önce çocukluğuma; sonra dokuz yıl öncesine götürdü. 2012’de Gülten Hanım, Tüyap İstanbul Kitap Fuarı Onur Yazarı seçilmişti ve ben, kendisi için bir armağan kitap hazırlayacaktım. O yılın Haziran ve Temmuz aylarında haftada en az bir, kimi defalar da iki-üç kez buluşacaktım Gülten Hanım’la. Sakin bir ses tonuyla yaşamöyküsünü sözcüklere dökecek; o zamanlar yarım asra yaklaşan yazarlık hayatını dinlerken ilk yazdığı günlerdeki heyecanından hiçbir şey kaybetmediğini fark edecektim. Şöyle diyecekti:
“Sıradanlığı sevmiyorum. Hep kendimi aşmayı hedefledim. Böyle yetiştim ilkgençliğimden bu yana. Ustalarım onu öğrettiler bana. Mehter adımıyla olmaz, dediler, ben de olabildiğince kendimi aşmayı hedefliyorum. Her yeni romanımı teslim ettiğimde Fadiş’teki heyecanımı aynen yaşıyorum.”
Kendi başına dişiyle, tırnağıyla, yüreğiyle mücadele ederek ulaşacaktı yazarlık mertebesinin üst katlarına. Sonra, yabancı dillerde basılan yetişkin edebiyatı yazarlarımızın sayıları daha parmakla gösterilirken, Türkiye sınırlarının da ötesine geçerek yine kendi çabalarıyla birçok dilde okunan bir yazar olacaktı.
Hiç hevesi kırılmadan, yılmadan, azimle, hırsla çalışacak, çalışacak, çalışacaktı. Gözlemler, araştırmalar yapacak, başarıya ulaşmak için gerektiğinde bütün kapıları çalmaktan çekinmeyecekti.
Aslında örnek alınacak büyük bir başarı öyküsüydü bana sıcak, içten mütevazı bir tonla anlattığı. Evden getirdiği küçük kurabiyeler, elde hazırlanmış mantılar, börekler, çörekler eşliğinde dillendirdiği yıllarda, annesiyle birlikte yaşadığı sıkıntılı günlere, acılara rağmen taşları nasıl tek tek, sabırla üst üste koyarak yaşamını oluşturduğunu Bir Yaşamış Bin Yazmış ismini vereceğim kitap şekillendikçe çok daha iyi anlayacaktım.
Çocuklar için yazarken ruhen çocuk kalabilmeyi becerebilecekti. Belki de bu nedenle çok sevildi, çok okunuyor. Yoksa diye düşünmüştüm kendi kendime; yoksa, içinde taşıdığı o muhteşem duyguyu sürdürebilmek, çocuk kalabilmek için mi yazıyor?!
Yazarlığın yanı sıra iyi bir eşi, iyi bir anneyi, iyi bir öğretmeni de içinde barındıran örnek bir yaşam onunkisi. Ve tabii ki başta eşi Cevdet Bey, ailesi de her zaman yanında olacak, her konuda güvenip destekleyeceklerdi. O da hem annesini, hem de ailesinin onurlandıracak bir noktaya taşıyacaktı kendisini. Çocuk ve ilk gençlik edebiyatının kardeleni olacaktı.
Kendisiyle yaptığım bir söyleşide şunları söyleyecekti:
“İnanıyorum ki - birçok yazara yapıldığı gibi - ben göçüp gittikten sonra da ananlar bulunacaktır. Üç kuşaktan okurum var benim. Bunları yaşarken yüz yüze görmek, yüz yüze izlemek; edebiyatımla ilgili bildirileri, görüşleri dinlemek çok büyük bir zenginlik, büyük bir ayrıcalık. Onun için bunları hayattayken görmüş olmanın sevincini her toplantıda ifade etmekten kendimi alamıyorum açıkçası.
Ben 60’larda başladım yazmaya, çocuk edebiyatı dedim mi hocalar ‘sus, sen bir ilkokul öğretmenisin, nereden çıkarıyorsun böyle kavramları filan ortaya, hangi cesaretle?’ derlerdi, önüme bakardım. Ama bildiğimi okudum geldim bugünlere, sinmedim yani.
Eserlerimi hazırlarken hep içimden geldiği gibi yazmaya özen gösteriyorum. Bu nedenle okurum beni tepesinde dikilen bir öğretmen veya bir anne, baba, veli, akıl öğretici, hımm deyip yönlendirici değil; omzu başında, yana yana anlatıcı bir yazar olarak görüyor. Onlarla hep aynı hizadayız. Onun için sanıyorum bu kadar çok seviyorlar, okuduklarını kolayca kavrıyorlar...
Gönlüm beni de aşsınlar istiyor, daha fazlası, daha özenlisi, daha seçkini olsun. Şimdilerde en büyük keyiflerimden birisi de torunumla gençliğimde okuduğum kitapları tartışmak. Öyle heyecanlanıyorum ki…”
Gülten Dayıoğlu, ilk göz ağrısı Fadiş’in 50. yaşı ile ilgili olarak “şu günlerde, sevgili Fadiş kızımın mürüvvetini görmenin sevinç ve coşkusunu yaşıyorum” demiş. Ben de neredeyse 40 yıldır tanıştığım sevgili Gülten Hanım’ın bu mutlu gününü kutluyor, nice yıllara, nice yeni kitaplara diyorum.