Eyvah! Yine mi “La Década Perdida”?

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Latin Amerikalılar 80’li yıllara “La Década Perdida” derler. Türkçesi “kayıp 10 yıl”dır. Borç yükü altında kıvranan Latin Amerika ülkeleri açısından acı reçetelerle, alacaklılarla yapılan onur kırıcı pazarlıklarla, borç yapılandırmalarıyla, yüksek işsizlik, ekonomik durgunluk ve siyasi çalkantılarla geçen çok sancılı bir dönemdi. IMF ve ABD’nin mühendisliğinde hazırlanan ve zorla dayatılan katı paketler bu döneme damgasını vurmuştu. Bundan dolayıdır ki, Latinler için o dönem hala “kayıp 10 yıl” olarak adlandırılır.

Geçen hafta Singapurlu bir bakan uluslararası bir zirvedeki konuşmasında hükümetlerin gelecek 10 yılda karşılaşacakları en büyük sorunun borç sorunu olduğunu söyleyince aklıma “kayıp 10 yıl” geldi. Aslında Singapurlu bakan Tharman Shanmugaratnam’ın dedikleri ilk defa söylenmiş bir şey değildi. Daha önce IMF’sinden Dünya Bankası’na kadar onlarca kuruluş ve ABD Hazine Bakanı’ndan Avrupa Merkez Bankası Başkanı’na kadar yüzlerce önemli şahsiyet buna benzer uyarıları defalarca yapmışlardı. Ancak konu bugünlerde finansçıların radarına daha fazla girmeye başladı.

Borç kaygısının tekrar gündeme gelmesinin nedeni koronavirüs. Pandeminin zarar verdiği ekonomileri kurtarmak için birçok ülke trilyonlarca dolarlık destek paketlerini uygulamaya koydular. Hükümeter paketlerin finansmanı için borçlanıyor; zaten yüksek olan borç stokunu daha da artıyorlar. Dünya 1970’lerden itibaren borçlanmaya dayalı bir üretim ve tüketim modeline geçti. O gün bugündür hükümetler, şirketler, bankalar ve bireyler durmaksızın borçlanıyorlar. Haksızlık etmeyelim; bu borçlanmalar sayesinde ekonomiler ve şirketler yüksek hızlarda büyüdüler; varlıkların değeri arttı. Çok geriye gitmeye gerek yok. Mesela 2000 yılında küresel borç miktarı 90 trilyon dolarmış. Şimdi ise 255 trilyon. Yirmi yıl önceki borç miktarı o zamanki küresel GSYH’nın 1.6 katıymış, şimdi ise 3.2 katı. Daha da önemlisi bu borçların çok önemli bir bölümü şirketlere ait. Türkiye’de bile 2000 yılında toplam dış borçların yüzde 54’ü kamuya ve 46’sı özel kesime aitken 20 yıl sonra kamunun payı yüzde 41’e gerilerken özel kesiminki 58’e çıkmış. En rahat olduğu sanılan Çin’de bile sadece spekülatif nota sahip şirketlerin toplam borcu son 10 yılda 3 kat artarak GSYH’nın yüzde 75’ini aştı. Yetmiyormuş gibi pandemide pek çok şirket işletme sermayesi problemi yaşamaya başladı, kısa vadeli borçlanma ihtiyacı arttı.

Şirketler bir yana şu anda borç sorununun eşiğinde olan Angola, Zambia, Çad ve Bolivya gibi onlarca ülke var. Belarus, Lübnan ve Arjantin son dönemde borç krizine giren ülkelerden birkaçı. Kuruluşunun ilk 30 yılını Osmanlı döneminden kalan yüklü borçları ödemekle geçiren Türkiye Cumhuriyeti borç geri ödemesinde en son sorunu 1978 yılında yaşamıştı. O tarihten sonra onca krize rağmen vadesi gelen borçlarını zamanında ödemiş, sabıkasını temiz tutmuştu. Ancak bazı ülkelerin borç krizi içinde olmadıkları dönem çok azdır. Mesela Arjantin bu yıl tarihinin dokuzuncu borç yapılandırmasına gitti. Krizin eşiğindeki Tanzanya’nın cumhurbaşkanı “zengin kardeşlerimizi borçlarımızı silmeye davet ediyorum” çağrısı yaptı ama “zengin kardeşlerin” de durumu çok parlak değil. Yakın dönemde Yunanistan, İtalya, İspanya; İrlanda ve Portekiz gibi AB kalkanı altında olan nispeten zengin kardeşlerin düştüğü borç krizi hala hafızlardan silinmedi. Onlarca gelişmiş ekonomi borç rasyoları itibarıyla hala kritik eşiklerin üzerinde seyrediyor.

Dünya en son böylesi bir durumu 80’lerde yaşamıştı. Devreye adlarını ABD hazine bakanlarından alan Baker ve Brady planları girmişti. Sanki dünya yine aynı istikamete doğru gidiyor. Eğer borç baskısı hafiflemez ve ekonomiler tekrar makul hızlarda büyümeye başlayamazsa yakın gelecekte birçok ülke için ismini yine Amerikan hazine bakanlarından alan yeni planların devreye sokulması gerekebilir. Şu anda likidite olduğu ve faizler ultra düşük seviyelere çekildiği için sorun maskelenebiliyor. Ancak gelişmiş ekonomilerde faizler artmaya başladığında ne olacak? Bunun bir simülasyonunu 2013 Mayıs’ında yaşamıştık. Fed faiz artırmak bir yana artırabileceğinin sinyalini vermiş, piyasalarda kıyamet kopmuştu. Bizim gibi dış finansmana bağımlı ekonomiler o günden sonra bir daha doğru dürüst dikiş tutturamadılar. Her ülke ve her şirket bu tehlikeye karşı “gardını almak” ve korunma mekanizmalarını oluşturmak zorundadır.

Tüm yazılarını göster