Kötü haber geçen hafta Avrupa’dan geldi. Avrupa Birliği ekonomileri bu yıl beklenenden daha düşük büyüyeceklermiş.
Son yapılan ekonomik tahminler Avrupa ekonomilerinin neredeyse tamamında büyümenin daha önce tahmin edilenlerden daha yavaşlama olacağına işaret ediyor. Bölgedeki ortalama büyüme hızının bu yıl yüzde 0,8 olması bekleniyor. Oysa bu yılbaşında tahminler yüzde 1’in üzerindeydi. Gelecek yıla ilişkin tahminler de daha öncekilerden karamsar. Yılbaşında yüzde 2’ye yakın olması beklenen 2024 büyüme tahmini 1,4.’e çekildi. Avrupa’nın lokomotifi ve bizim en büyük ticaret partnerimiz Almanya’nın ise yavaşlamanın ötesinde resesyona gireceği öngörülüyor. Bu yıl yüzde 0,4 daralacak.
“Bu mesele Avrupa’nın meselesidir, bırakalım Avrupalılar düşünsün” deyip geçebiliriz ama işin aslı öyle değil. Rakamlar Avrupalılar için kötü ama bizim için de can sıkıcı. Çünkü Avrupa’da olan Avrupa’da kalmıyor. Diğer ülkeler de çeşitli kanallardan Avrupa’da yaşananlardan payını alıyor.
Avrupa Birliği blok olarak 15 trilyon doları aşkın GSYH’sı ile dünyanın ikinci büyük ekonomisi. Yine blok olarak dünyanın en büyük ikinci ihracatçısı ve ithalatçısıdır. Avrupa Birliği demek 450 milyonluk bir nüfusa mal ve hizmet satmak demektir. Ve bu 450 milyonun her biri ortalama 35.000 dolar civarında kişi başı gelire sahip. Yani zengin ve alım gücü yüksek bir pazar.
Özellikle bizim için Avrupa ayrı bir öneme sahip çünkü gümrük birliği nedeniyle aynı zamanda imtiyazlı giriş hakkına sahip olduğumuz bir pazar.
İhracatımızın yüzde 40’tan fazlasını AB ülkelerine yapıyoruz. Doğrudan ya da dolaylı yabancı sermayenin önemli bir kısmını AB ülkelerinden çekiyoruz. Turizmdeki yataklarımızın hatırı sayılır bir kısmını Avrupalılara satıyoruz. Avrupa’da yaşayan ve çalışan, kazandıklarının bir kısmını Türkiye’ye gönderen vatandaşlarımızı da unutmamak lazım.
Avrupa’daki sorunlar nedeniyle euronun baskı altında kalıp, dolar karşısında gerilemesi de ayrı bir sorun. Bir darbe de o kanaldan yiyoruz. Ağırlıklı olarak Euro ile kazanan ve dolar ile harcayan bir ekonomimiz var. Dış borçlarımızın ağırlığı dolar cinsinden yapılan borçlanmalardan oluşuyor. Dolar güçlendiğinde merkezi yönetim bütçesinde TL olarak gösterilen borç faiz ödemeleri de artıyor.
Kısacası geçmiş örnekler de gösteriyor ki; Euro’nun değer kaybettiği ve doların değerlendiği dönemler bizim ekonomik performansımızın da kötü seyrettiği dönemler oluyor. Yani Türkiye ekonomisinin çıkarı güçlü Euro’dan ve güçlü Avrupa ekonomisinden yanadır. Kontrolden çıkmış enflasyonu kontrol altına alabilmek için iç talebi kısmaya çalıştığımız bir dönemde Avrupa’dan gelebilecek dış talebin de zayıf seyretmesi katlanacağımız sıkıntıların daha da artmasına yol açar.