Bu haftanın merak edilen konusu dün açıklanan enflasyon verisiydi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre eylül ayında enflasyon aylık %2,97, yıllık %49,4 ile yüksek bir oranda arttı.
Eylül ayı enflasyonunun yüksek gerçekleşmesi esasında sürpriz bir olay olmadı. Yaz aylarında yönetilen ve yönlendirilen fiyatlara yapılan yüksek artışlar ile halihazırda kontrol edilemeyen beklentiler eylül ayında da fiyat artışlarının yüksek gerçekleşeceği yönünde sinyaller veriyordu. Ayrıca hafta başında İstanbul Ticaret Odası ve Türk-İş gibi çeşitli kurumlar tarafından açıklanan enflasyon verileri de eylül ayında fiyat artışlarının yüksek olduğunu önceden göstermişti.
Peki, eylül ayında enflasyonun yüksek bir oranda artmasının anlamı ne oldu? Eylül ayı enflasyonu en çok kimi üzdü?
- Emekliler ve bağımlı nüfus
Yüksek enflasyondan en olumsuz etkilenen gruplar arasında ileri yaşta emekliler ile bağımlı nüfus yer alıyor. Bu grubun temel gelir kaynağı aldıkları emekli aylıkları ile sosyal yardımlardan oluşuyor. Emekli aylıkları son 10 yıldır sıkça karşılaşmış olduğumuz üzere enflasyonun altında artarken gıda, barınma, giyim ve sağlık gibi ana giderler enflasyon sepeti ortalamasının da üstünde arttı. Örnek vermek gerekirse Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre temmuz ayında emekli maaşı alanların sayısı 16,4 milyon kişiye ulaşmış ve ortalama kişi başına ödeme tutarı 15 bin TL ile asgari ücretin altında kalmaya devam etmiştir. Başta İstanbul olmak üzere birçok büyükşehirde yaşam maliyetlerinin gelmiş olduğu düzeyi düşünürsek, yüksek enflasyonun en büyük kaybedenlerinin başında, emekliler ve bağımlı nüfusun geldiğini görüyoruz.
- Maaşlı çalışanlar ve sabit gelirliler
Yüksek enflasyonun en çok kaybedenleri arasında maaşlı çalışanlar ile sabit gelirliler de yer alıyor. 2018 sonrasında uygulanan kredi genişlemesi ve düşük faize dayalı politikaların etkisiyle ev ve otomobil fiyatları, kiralar, gıda ve giyim gibi birçok kalemde fiyat artışları maaş/gelirin oldukça üzerinde arttı. Bu da özellikle orta direk ve düşük gelirli hanelerde satın alma gücünü önemli ölçüde eritti. Toplumsal refah kayıpları bu dönemde emeğin milli gelir içerisinde aldığı paydaki düşüş ve Gini katsayısı gibi gelir adaletsizliğini ölçen verilerdeki bozulmayla da kendini gösterdi. Refah kaybının etkisiyle yüksek yaşam maliyetleri barındıran İstanbul en yüksek net göç veren ilimiz oldu. Gençlerimiz ile doktor ve mühendislerimiz, iş ve yaşam olanaklarını Avrupa’da aramaya başladı.
- Merkez Bankası
Eylül ayında yüksek gerçekleşen enflasyon Merkez Bankası’nı da üzdü. Rekor seviyelere çıkan faiz oranı, kredi artış sınırları gibi iç talebi baskılayan politikalara, uzunca süredir değerlenen reel kura ve son dönemde gerileyen emtia ve petrol fiyatlarına karşın Merkez Bankası’nın enflasyonla olan mücadelesinde kayda değer bir başarı henüz elde edilemedi. Enflasyonla mücadele politikalarının esas olarak yüksek faize dayanması, Merkez Bankası’nı reel faiz oranlarını uzunca bir süre boyunca yüksek tutmaya mecbur bırakacak görünüyor. Bu da Merkez Bankasını enflasyonla mücadele için ekonomide sert iniş riskini göze alma tercihiyle baş başa bırakıyor.
- Hükümet
Eylül ayı enflasyonunun yüksek çıkması ekonomi yönetimi ve hükümeti de üzen bir gerçekleşme oldu. Bu gelişme enflasyonla mücadelede kolay başarı elde etme umutlarını kırdı. Bunun yansıması olan yüksek faiz politikası ekonomi üzerindeki maliyetleri arttıracaktır. Ekonomik büyümenin potansiyelinin altında gerçekleşmesi istihdam kayıpları, ekonomik aktivitedeki gerileme ve toplumsal refah kaybı olarak hükümeti zorlu bir politik süreçle karşı karşıya bırakacaktır. Ayrıca enflasyonda istenilen düşüşün sağlanamaması, önümüzdeki dönemde uluslararası kredi notumuzdaki iyileşme ile yüksek ve kalıcı fon akışlarının da gecikmesi anlamını taşıyabilecektir.
Bardağın dolu tarafı var mı?
Eylül ayı enflasyonu, hükümete uygulanan politikaları eleştirel bir gözle değerlendirme imkânı sunabilir. Para politikasında erken gevşemenin riskli olduğunu ve enflasyonla olan mücadelede kalıcı kazanımlar elde edilmesi için para, mali, idari ve sosyal politikaların koordineli bir şekilde uygulanması gerektiğini gösteriyor. Politikalara güvenin tesisi için sürdürülebilirliğe ilişkin soru işaretlerinin giderilmesi gerektiğini; bunun için de başta kurumsal, yönetimsel ve hukuki alanlardaki uygulamaların iyileştirilmesi gerektiğini yansıtıyor.