Evden çalışma (1)

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

Okula yeni başlayan küçük çocuğa sormuşlar: “Nasıl memnun musun hayatından?”. Küçük çocuğun gözleri parlamış “Okula gidiş çok güzel, arkadaşlarla serviste eğleniyoruz. Okuldan dönüş de çok güzel; arkadaşlar ile çok güzel eğleniyoruz. Ama gidiş ile dönüş arasındaki zaman hiç çekilmiyor”.

Eğer yetişkinseniz ve büyük bir metropolde yaşıyorsanız, işe gidiş de güzel değil, dönüş de; bir eziyet halini almış durumda. Yurdumun insanları kışın da uygulanan yaz saati saçmalığı ile daha kargalar kahvaltılarını yapmadan yola koyuluyorlar. Trafik de öyle su gibi akan bir trafik de değil. Devamlı dur-kalk’lar ile egzoz gazlarını ve fren balatalarından çıkan zararlı tozları soluya soluya işe gidiyorlar. Özel araba ile de gitseler, servis ile de gitseler, toplu taşıma aracı ile de gitseler bu gerçek değişmiyor. Her bir ulaşım aracının kendine özgü başka bir çilesi var. Diyelim ki, çileli yolculuk sona erdi. Bu kez iş yeri dediğimiz binalara giriyorlar. Şehir merkezlerinde göklere yükselen bu kapalı cam kutularda bazen gün boyu gökyüzünü görmeden çalışıyorlar. Bazı binalarda cam pencere açamadan, taze hava alamadan iklimlendirilmiş denen suni havayı teneffüs ediyorlar. Mesai bitince, kendi işleri bitince bu kez dönüş trafiğine giriyorlar. Sabahki çilenin daha beterini çekerek evlerine, bir günden daha fazla yaşlanmış olarak geri dönüyorlar.

Bu durum her yıl daha da ağırlaşarak kötüye gidiyor. İnsanlar umutsuzluk içinde Zekai Tunca’nın “Yok mu bunun orta yolu, Tanrım” şarkısını söylerken bu kez COVID-19 gündeme oturuverdi. Ve tarz değişti, şarkı değişti. Yaşar Güvenir’in “Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli” şarkısı söylenir oldu. İnsanlara “Aman mecbur olmadıkça ofise gelmeyin; evden çalışın” dendi. Görüldü ki, bazı işler ofise de gelmeden yapılabiliyormuş. Ve böylece çalışma yaşamında yeni bir çağa girildi: Evden çalışmak.

Peki, neden insanları sabahın köründe rahat evlerinden çıkarıp, o eziyetli yolculuktan geçirip cam mahpushanelere tıkıyoruz. Çünkü birbirleri ile konuşmaları ve birlikte çalışmaları gerekiyor. Çalışmalarında onlara gerekli olan belgeler var. Ama yaşanan dijital devrim sayesinde, kişilerin ille de fiziksel olarak hep birlikte, ofis denen bir yerde olmalarına artık gerek yok. Bilgisayarlar ve dijital iletişim sayesinde ofis çalışanları her yerden çalışabilirler. “Bize her yer Trabzon” misali, ofis çalışanları bu devrimden sonra “Bize her yer ofis” diyebiliyor ve evlerinden çalışabiliyorlar.

Gerçi COVID-19’dan önce de evden çalışmayı uygulayan şirketler vardı. Ancak bu pandemi ile birlikte evden çalışmak zorunluluk haline geldi. Pandeminin yanında evden çalışmayı zorlayan tabi ki başka faktörler de vardı. Bunlardan birincisi ofis binalarının maliyeti… Şehir merkezlerinde arazinin çok değerli olması, ofis kiralarını da bulundukları gökdelenlerin yüksekliğine nazire yaparcasına tırmandırdı. Bina maliyeti denince de içinde sadece kira yok. Ofisin ısıtılması, soğutulması, havalandırması, aydınlatılması var. Tabi bunların da bedava olmadığını gelen elektrik ve doğal gaz faturalarıyla acı bir şekilde öğreniyor insanlar.

Evden çalışmaya geçişi zorlayan faktörlerden birisi de çalışanların esnek çalışma ihtiyacı. İnsanların iş yerinde geçirecekleri zamanın dışında da zamana ihtiyacı var. Örneğin, çocuğu veya yaşlı anne-babası ile ilgilenecek. Belki spor yapacak. Zamanını, metropolün yollarında pis havayı koklayarak harcayacağına daha zevkli işlerde kullanabilecek.

Teknoloji öyle bir noktaya gelmiş, tüm belgeler artık bir tıklamada elinizin altında. İnsanlarla sesli ve görüntülü olarak iletişim mümkün. Bir taraftan ofis giderlerinde tasarruf, öbür taraftan ofise gelinceye kadar canı çıkmış kişiler yerine sıcak yuvasından bağlanan mutlu çalışanlar. Bunun üstüne de COVID-19 gelince evden çalışma “in” oldu. Peki, bu çalışma modeli her şeyi ile mükemmel mi? Bunun da sakıncaları, değişik boyutları var. Her çalışma ortamına, herkese uyar mı? Herkese uymuyor, ama bana uyuyor. Bu konuları da haftaya, her zaman yaptığım gibi, evden çalışarak yazacağım.

Tüm yazılarını göster