5 soruda etik quiz:
Kişiye göre etik var mı?
Etiğin birazı, olur mu?
Cezayla etik sağlanır mı?
Parayla etik satın alınır mı?
İhbar – korku çözüm olur mu?
Birinci soruya cevabım; kitapta hayır Türkiye’de evet. İkinci soruya cevabım, yarım hamilelik olmadığı gibi burada da olmaz, ama olur! Soru üç yanıtım, cezaya inanmam ama istiyorum “evet”, olsun! 4’üncü soruya yanıtım, alıklar alıyor, sazanlar inanıyor, baka kalanlar yok oluyor. Soru 5 yanıtım, o kadar çok boş korkumuz var ki, bir de bu neden olmasın, mevzubahis etikse isterse çamurdan olsun.
*Ceza, korku, ihbar konsepti taşıyan sorulara yanıtlarım beni de benden aldı ama beni bu havalar mahvetti.
Pratik sözlük Vikipedia, “etik nedir?” sorusuna “Etik veya ahlak felsefesi doğru davranışlarda bulunmak, doğru bir insan olmak ve insani değerler hakkında düşünme pratiğidir” diyor. İyi, kötü, doğru, yanlış, adalet, suç, değer, erdem ve vicdan gibi kavramlar olarak da alt dallara ayrılıyor diye devam ediyor.
Türk Dil Kurumu (TDK) tanımdan da ileri gidiyor başta kendisi sonra hepimiz için ayrı ayrı nasıl etik olunacağını açıklıyor. Kamu yönetiminde etik dışı davranışlar açıklaması şahane: “…pek çok insanın aklına “yolsuzluk” ve yolsuzluğun yaygın bir türü olan “rüşvet” gelmektedir… Ancak etik dışı davranışlar sadece rüşvetle sınırlı değildir. Şu eylem ve uygulamalar, kamu yönetiminde en sık karşılaşılan etik dışı davranışlar arasında bulunmaktadır: Haksız mal edinme, kötü iş yapma, kötülük etme, aşırma, zimmete para geçirme, kaçakçılık, resmî ihaleye fesat karıştırma, görevin gerektirdiklerini yapmaktan kaçınma, yetkiyi kötüye kullanma, gücün istismar edilmesi, kayırmacılık ve ayrımcılık yapma, ihmal, hakaret, kötü alışkanlıklar, dedikodu, aracılar yoluyla iş yürütme.”
Aaaaa TDK Türkiye’yi mi tanımlamış? Bu durumu evrensel normlarda deprem ve inşaat yönetmeliğimize benzettim, 11 il yerle bir oldu, gerçek sayısını açıklayamadığımız bilanço var. Her şey var, uygulama yok!
Türkiye, yeni bir yol aradığını ifade eden bir sürü söylemle gün geçiriyor. Her gün “Daha iyi bir Türkiye” diye başlayan cümleler farklı saatlerde sohbet içinde cümlelerde kullanılıyor. “…Ama canım yapma böyle, biz ümitli olmalıyız…” demiyorlar mı, tüylerim diken diken oluyor. Olayım olmasına da küçük kahramanlıklarla büyük alkış bekleyenlerle sarılı dört bir yanımız, tabii ki ümitliyim başka Türkiye de yok (!) ama bu enkaz nasıl kalkacak, bilmiyorum. Bir de boş vaatler, sabır taşı olsa çatlar.
“Para”, “güç”, “güven”, “itibar” kelimelerini hangi sırada kullanmak size daha doğru geliyor? Tam tersinden de okuyabilirsiniz; “itibar”, “güven”, “güç”, “para”…
İlk yol; ya tutarsa tadında, ikincisi “ölme eşeğim ölme” deyiminin ta kendisi! Büyük küçük girişenleri alkışladığımız sürece o ikincisi masal gibi değil mi sizce de; “…bir varmış ama aslında hiç yokmuş!...”
Reşat Nuri Güntekin’in ilk baskısı 1930 yılında yapılan konusu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte modernleşmeyi ve toplumsal bunalımları aile düzeyinde mutasarrıf Ali Rıza Bey’in aile fertleri üzerinden irdeleyen romanı, aile kavramını o güne kadar hiç alışık olunmayan değerlerin sosyal ve ekonomik şartlarla sınavı üzerinden anlatıyordu. Roman televizyon dizisi olarak uyarladığında (2006) ekran başına kilitlenen halkımız, köşeyi dönmeyi tercih edeceğini, aksinin enayilik olacağına karar vermiş olmalı. İbretle izlemiştik, bu kadar kısa zamanda ülkenin gerçek bir enkaza dönüşeceğini hayal etmedik. Sanırım bir tek yapımcı firma doğru okumuş sosyal dinamiği.
Herkese Kitap Vakfı Kurucu Başkanı, Etik Değerler Merkezi Derneği Başkanı, eski bankacı Bülent Şenver’e etik sohbeti yapabilir miyiz diye ricada bulundum; “Etik çok basit bir şekilde doğru ve iyi şeyler yapmak. Sorun şu, kimin doğrusu kimin eğrisi… Herkes farklı bir yeri işaret ediyor. Pusula bana göre Kuzey ona göre Güney diyor. Pusulamız şaştı. Ortak değerlerde buluşmak zor oluyor” dedi.
“Etik seksi bir konu değil, onun için mi toplumda yankı bulmuyor?” diye sorduğumda Şenver, kullandığım “seksi” kelimesini “prim yapma”ya devşirip bana hak verdi. “Malı götürmek, köşeyi dönmek, cinlik yapmak, merdivenleri kısa zamanda üçer beşer çıkmak, bir gecede zengin olmak!...” tercih konusu diyerek sürdürdü sözlerini; “Üniversite derslerimde gençlere etik anlatırken, iyi, doğru olarak para kazanın diyorum, dönüp bana “çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz hocam” karşılığı veriyorlar.” “Yalan”, “haram”… Ne zaman bu gencecik çocukların diline bu deyimleri yapıştırdık. Etik değerlerle derdimiz yeni değil ama depremle gün yüzüne çıkan kısmıyla bu derece battığımızı ömrümde anımsamıyorum.
Şenver yaşadığı sıradan bir sohbeti aktardı; “Ayrımcılık yapmamak lazım diyerek anlatıyorsunuz, hak veriyor ve yapmayacağını ifade ediyor ama ailemi korumak ve kollamak benim inancımda var diyor. Ama liyakat olmalı diyorsunuz, ama o ikinci planda gelir diyor. Değerlerin içini layığıyla dolduramayınca aynı konuda farklı kararlar çıkıyor.”
“Yanlış nerede?” sorusunun yanıtını bilsem de sormak zorundaydım, iyi ki de sormuşum döne döne okuyacağınız öz bir yanıt:
“Yanlış, eğitim ve eğitim öncesi ailede maalesef. Maddiyata çok önem veren kısa zamanda elde etmek üzerine kurulan hayatlar ve bu uğurda yaptıklarını rasyonel kabul etmek üzere kendini inandıran kitlelerde. İş dünyasından medyasına kadar iyi olanları yüceltmek yerine cinlik yapanları rol model benimsediğimiz toplumsal duruşumuzda.”
Yukarıda alıntıladığım “para”, “güç”, “güven” ve “itibar” yolculuk şemasını Şenver derslerinde ve konuşmalarında sıkça kullanırken şöyle diyormuş; “Etik dışı paraya hızla ulaşırsınız, hiç sorun yok. Sorun ulaştığınız parayı korumakta. Hızlı ama riskli. Bu cazip durumu korumak için değişik iş birliklerine girmek kaçınılmaz. Bataklığa biraz batmak mümkün olmuyor, çıkışı yok.”
Oysa, “Türkiye’yi tarif eder misiniz?” soruma geçmemiştim henüz. Zaten sormadım, gerek kalmadı; “Sayılar mahallede, evde, okulda, siyasette, iş yerinde çoğaldıkça, evet, Türkiye oldu…” dedi.
Şenver’e göre itibar yüksek atlama çıtası, bir geçince paraya kavuşursunuz. Tabii çıtayı aşmak mesele ve zaman alıyor, “…neden ömrümü tüketeyim…” diyor şahıs.
Dilinde tüy biten etik anlatıcısında bıraktığı duygu; “Benim oğlum bina okur döner döner yine okur.” (Anlamı; hiçbir sonuca varmadan aynı şeyleri yineleyip duran kimse.) Deprem, “yine yeniden, döne döne” şansımız olmadığını daha nasıl göstermeliydi? Etiğin birazı, mevsimi, coğrafyası ya da zamanı yok ki.
Armut dibine düşer… Balık baştan kokar… Üzüm üzüme baka baka kararır… Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş… Anasına bak kızını al… gibi hakim deyimlerle büyümüş gençlerimizden yeni nesil etik liderler çıkarmak şapkadan tavşan çıkarmak kadar zor. Hiç şüphe yok ki, küllerinden yeniden doğacak Türkiye, ama yazmak kadar kolay olmuyor. Babaları, anneleri ve tüm yakınları her nerede bulunuyorlarsa, iş dünyası yöneticileri, patronları ve siyasette takip ettikleri liderler ve her gün okudukları medya… hemen herkes cinliği tercih ettiğinden, genç etik lider çıkarmaya inancım, onları etik yolculukta destekleyecek olan büyüklerinden daha kuvvetli.
Şenver’le sohbeti bağlarken söz verdik; ümitsiz olmayacağız