Dr. Erdem Erikçi, biftek.co adlı girişimin kurucu ortağı olan bir bilim insanı. Biftek.co, Ankara Üniversitesi Teknokent’te faaliyet gösteriyor. Laboratuvarda et üretmek üzere çalışıyor. Evet, doğru okuyorsunuz, afiyetle yediğimiz etin laboratuvarda üretilmesinden söz ediyorum. Hayvan hücrelerini laboratuvarda tekrarlayarak et üretmenin ileri aşamasında olduğunu söyleyebilirim. Bu çalışma küresel anlamda da ilgiyle izleniyor. Dünya üzerinde bu konuda çalışan birkaç grup var.
Gıda devriminin arefesindeyiz. Çok yakında beslenme alışkanlıklarımızı kökünden değiştirecek konulardan biri olarak karşımıza çıkacak. Dünya üzerinde çalışan az sayıda araştırma ekibinden birinin Türkiye’de olması ise ayrıca gurur veriyor.
Söyleşimizi laboratuvarda gerçekleştirdik. Bu yazının video versiyonunu Youtube’da izleyecek olursanız, arkada gördüğünüz camekan laboratuvarın bir bölümü. Hücre kültür laboratuvarı... Erikçi, zamanının çoğunun burada geçtiğini söylüyor.
Moleküler biyolog Bilkent Üniversitesi’nden mezun… Yüksek lisansı da buradan. Master’dan sonra Almanya’da Max Planck Enstitüsü’nde doktora eğitimi yapıyor. Çalışmalarına 5 yıl boyunca Almanya’da devam ettikten sonra Türkiye’ye dönüyor. Kendi ifadesiyle o gün bugündür tarım ve hayvancılığa yönelik girişimler yapıyor. Tabii yalnız değil, ortakları eğitimlerini yurt dışında çeşitlendirdikten sonra vatanlarına dönen bilim insanları.
Bu heyecanlı söyleşiye hoş geldiniz.
Yaprak Özer: Eti kök hücreden mi üretiyorsunuz… Nasıl bir çalışma yapıyorsunuz? Laboratuvardaki gerçek et mi?
Dr. Erdem Erikçi: Temiz et konsepti ikiye ayrılıyor aslında… Birisi bitki tabanlı diğeri hücre tabanlı… Bitki tabanlı çok da yeni bir şey sayılmaz. Tofu, vegan köfte, vegan lahmacun… Bunlar zaten uzun zamandır biliniyor. Yani bitkileri karıştırarak et tadında bir şey yapmayı amaçlıyorlar. Çok da başarılılar… Bence güzel bir alternatif… Özellikle vegan ve vejetaryenler için veya yine et de tüketenler ama vicdanen rahatsız olanlar… Sağlık için et tüketimini azaltmak isteyenler ama et tadından vazgeçemeyenler için güzel bir alternatif… Teknolojinin gelişmesi ve kök hücreleri yönetebilme kabiliyetimizin artmasıyla, onların nasıl çalıştığını nasıl canlı olduğunu ve çoğaltılabileceğini anlayabildiğimiz için bitkileri karıştırarak değil, kasaptan aldığımız etin içinde her ne varsa onları laboratuvar ortamında üretebilecek yönteme hücre tabanlı temiz et deniyor.
İşin mantığı normalde bir hayvanın vücudunun içinde ne oluyorsa onun taklidini laboratuvar ortamında yapmak… Yani aynı işlemleri laboratuvar ortamında tekrarlamak… Normalde bir embriyo yani döllenmiş bir yumurta gelişirken kök hücreler içinde var oluyor ve o kök hücreler birçok kez bölünüyor ve farklılaşıyor çeşitli hücrelere… Farklılaşmak dediğim, bir kök ağaçta örneğin büyüdükten sonra yaprağa dala çiçeğe dönüşüyor gibi düşünürseniz eğer, vücudun içinde de bu organlara köken veren hücreler var… O hücreler çoğalıyor çoğalıyor daha sonra dokulara yani sinir hücresi, kas hücresi, deri hücresi, bunlara farklılaşıyorlar. İşte bizim yaptığımız da o kökleri yani kök hücreleri alıp onları sayıca çoğaltıp daha sonra kasa, yağ hücresine dönüştürmek… Ve bunu mümkün olduğunca ucuz yapmak gerekiyor. Teknoloji bunu yapmamıza imkan sağlıyor bugün… Laboratuvarlarda bunlar rutin olarak gerçekleştirilir ama çok küçük hacimlerde… Bizim amacımız bu küçük hacimleri büyütmek ve ucuzlatmak…
Biraz da felsefesinden bahsedecek olursak normalde bugün et üretimi, “et üretme makineleri” dediğimiz ve bilinçli canlılar olarak görmediğimiz ineklerde, tavuklarda ve diğer hayvanlarda yapılıyor. Onların vücudunun içinde gerçekleştiriliyor. Biz diyoruz ki, madem onları bir makine olarak görüyoruz o zaman gerçekten bu işi makineleştirelim. Daha verimli hale gelir, vicdanımız rahat eder, acısına neden olmayız, kanına girmeyiz… Ve bu işi çok da sağlıklı bir şekilde yaparız. Geleneksel üretim aslında düşündüğümüz kadar sağlıklı değil… Yaşadığımız pandemiyle de görüyoruz. Daha önce yaşanan pek çok salgınla da tecrübe etti insanlık… Zorunlu olarak bitecek çünkü dünyanın doğal kaynakları izin vermiyor… Biz de bu işi farklı nasıl yapabiliriz diye teknolojiyi geliştirmek üzerine çalışıyoruz.
Yaprak Özer: Teknolojiniz yüzde yüz yerli midir?
Dr. Erdem Erikçi: Teknoloji hiçbir zaman yüzde yüz yerli olmuyor çünkü kullandığımız bazı materyaller yurt dışından… O zaman yüzde yüz yerli bir şey yoktur yani o arayışın içine girmek de doğru olmaz…
Yaprak Özer: Kök hücreyi nereden alıyorsunuz? Nasıl bir proses?
Dr. Erdem Erikçi: Kök hücreyi hayvanın vücudundan alıyoruz. Herhangi bir yerinden olur. Yani çizgili kasların olduğu herhangi bir bölümünden olabilir. O kök hücreler her zaman orada… Yani bizim dokularımızda da kaslarımızda da o kök hücrelerden var. Ne zaman gerekli oluyor? Mesela ağırlık kaldırdığımızda kaslarımız zarar görür ve onların yerine yeni kas hücreleri gerektiği zaman onlar bölünmeye başlar… Yaralandığımız zaman, gelişim sırasında olur vs… Aynı şey hayvanların vücutlarında da geçerli… Çizgili kasların olduğu herhangi bir dokudan kök hücreler elde edilebilir.
Yaprak Özer: Bir hayvandan elde edilen kök hücreyi siz ne kadar zamanda üretim aşamasına getirebiliyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: O kısa süren bir işlem aslında, izole etmek bir günlük bir iş… Bölünmesi zaman alabiliyor. Ama normalde mesela bir ineğin doğumundan kesime uygun zamana gelene kadar geçen süre iki yılsa bizim için bir inek kadar et üretmek için geçen zaman çok daha kısa olabiliyor, çünkü onun o bütün aşamalarının geçmesine gerek kalmıyor laboratuvarda… Sadece kas dokusunun büyümesi önemli olan ve bu iş çok daha kısa sürebiliyor. Yani bir ayda mesela bir ineğin üretebileceği kadar bir et sıfırdan üretilebilir…
Yaprak Özer: Siz biraz önce mümkün olduğunca ucuz dediniz… Nedir mümkün olduğunca ucuz?
Dr. Erdem Erikçi: Şu anda laboratuvar ortamında üretilen et çok pahalı… Bir kilosu binlerce dolar seviyelerinde… Ucuzdan kastım maliyetini geleneksel yollarla üretilen etin maliyetine getirmek… o kadar ucuz… İşte eğer o fiyatla satılabilirse, bütün giderler karşılanabilirse ucuz bir şey yapıyor oluruz. Bir inovasyon söz konusu, inovatif şeyler daha pahalı olur… Amacımız herkesin tüketebileceği, şu an et alabilen herkesin alabileceği seviyeye indirmek.
Yaprak Özer: Neden temiz et diyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Bunun birçok sebebi var… Öncelikle bildiğimiz geleneksel etin içinde antibiyotik kalıntıları var. Hayvancılık, antibiyotiği en çok kullanan sektör. Sağlık sektörü değil mesela… Ortalamalara baktığınız zaman üretilen antibiyotiklerin yüzde 80’i hayvancılık tarafından, yüzde 20’si insanlar tarafından tüketilir... Ve o dokuların arasında kalmış antibiyotik artıklarını biz de alırız. Çok küçük çok az konsantrasyonlarda olduğu için birçok antibiyotiğe dirençli hastalıkların da evrilmesine neden olur bu. Hayvan ürünleri tüketildiği için ortaya çıkan salgın hastalıkların, antibiyotiğe dirençli bakterilerin var olduğu bilinir. Literatürde bunlara dair örnekler var. Mesela bu açıdan temiz…
İkincisi… Kuş gribi, şarbon, COVID-19… Bunlar hep hayvanlardan geçme hastalıklar… Son 25 yılda gerçekleşen salgın hastalıkların yüzde 75’i hayvan kaynaklıdır. COVID-19 hepimizi etkilediği için biz bunun acısını çok derinden görüyoruz ama daha küçük çaplı salgınlarda son 5 yılda birçokları hayvanlardan geçmiştir. Bu açıdan da temiz.
Vicdanen hayvanların acısına neden olmadan olacak bir şey bu… Hayvandan bir doku örneği almak hayvana bir sivrisinek ısırığı kadar acı verecek… Gerisi laboratuvarda hayvandan bağımsız olacak. Dolayısıyla vicdanen rahat olacağız. Kan olmayacak. Etik problemler çözülmüş olacak.
Onun dışında karbondioksit - sera gazı salımlarının yüzde 14’ünden sorumludur hayvancılık tek başına… Bu, bütün lojistiğin neden olduğu kadardır. Bu açıdan temiz olacak… Yani çok daha verimli olacak…
Tatlı su kaynaklarının çok büyük kısmından sorumludur… Tarım ve hayvancılık yüzde 70’inden sorumlu. Geri kalan yüzde 30 sanayi ve evde kullanılan tatlı su kaynakları. Bu açılardan çok daha verimli olacak…
Dejenere olan sürekli yakılan yıkılan kesilen yağmur ormanlarının yok olmasının sebebi yüzde 90 hayvancılık. Hayvanlara yedirdiğimiz gıdayı üretebilmek için araziler ormanlardan arındırılmak zorunda kalıyor, çünkü sürekli talep artışı var.
Dünya tarihinin hiçbir anında et tüketimi bugün olduğu kadar fazla olmadı. Sürekli böyle düzgün bir artışa sahip et tüketimi… Veganlık vejetaryenlik artıyor evet… O sayı artıyor ama o eğrinin o eğimini hiçbir zaman aşağıya indiremiyor. İnsanlardan et tüketimini durdurmalarını istemekten ziyade onlara alternatif ürünler sunmak uzun vadede bence çok daha etkili bir yöntem.
Yaprak Özer: Moleküler Biyoloji ve Genetik bilimi okudunuz. Bu yolculuğa etik nedenlerle mi bilimsel nedenlerle mi çıktınız?
Dr. Erdem Erikçi: Güzel soru… Herkesin kişisel bir motivasyonu var… Benim kişisel motivasyonum da aslında etik kaygılar… Ben hayvancılığın gerçek yüzünü gördükten sonra bir şeyler yapmak gerektiğini düşündüm. Moleküler bir biyolog olarak ne yapabilirim, hangi yeteneğim buna imkan tanıyor? Kök hücreleri manipüle etmek kök hücreleri yönetmek. Onları büyütmek çoğaltmak onların biyolojisiyle ilgilenmek. Hayvancılık genel olarak bize yeşillerin içinde mutlu mutlu otlayan ineklerden tavuklardan ibaretmiş gibi gösterilir ama işin gerçek yüzü böyle değil… Bunun böyle olmadığını anlayınca hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.
Yaprak Özer: Eskiden siz vejetaryen vegan ya da vs. şu an konumunuz bu mudur?
Dr. Erdem Erikçi: Yo hayır…
Yaprak Özer: Et sever misiniz yani etobur musunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Evet evet etoburum ben… Egeliyiz ama… Şöyle diyeyim… Ege mutfağı çoğunlukla ot ağırlıklıdır. Bizim evde fazla et pişmez. Haftada bir iki o da çeşit olsun diye o yüzden fleksitaryenim demek daha uygun…
Yaprak Özer: Bu bir devrim mi sizce?
Dr. Erdem Erikçi: Evet… Açıkçası bu gerçekleştiği zaman… Ki yakın zamanda gerçekleşeceği öngörülüyor yani…
Yaprak Özer: Ne kadar yakın?
Dr. Erdem Erikçi: Bana sorarsanız ben önümüzdeki yılın sonuna doğru ilk restoranlara çıkmasını bekliyorum…
Yaprak Özer: Ciddi misiniz?
Dr. Erdem Erikçi: Evet… Belki Türkiye’de değil, Silikon Vadisi’nde vs… Ama dünyaya yayılacak… 5 yıl içinde ben raflarda göreceğimizi düşünüyorum. Yani raflarda göreceğiz demek, herkesin artık alabileceği kadar ucuzlamış anlamına geliyor. Bir 5 yıl içinde ben bekliyorum. Ne açıdan devrim? İnsanın doğayla etkileşimini tamamen kökünden değiştirecek… Yani insanlık hayvanları her zaman kendi emrinde gördü bugüne kadar… Görmeye de devam ediyor. Buna antroposentrik yaklaşım deniyor; insan merkezde ve diğer her şey onun çevresinde ve emrinde… Ama bu anlayış değişecek bu teknoloji gerçekleştiği zaman… Tabii bu teknoloji tek başına bunu gerçekleştirmeyecek… Daha birçok teknoloji buna katkı sağlayacak. Gerçekten de bu bir devrim olacak…
Yaprak Özer: Ankara Üniversitesi Teknokent’te faaliyet gösteriyorsunuz… Kaç kişilik bir ekipsiniz?
Dr. Erdem Erikçi: Şu an biz 4 ortağız… Bir de bizimle çalışan yine bilim insanı var. 5 kişiyiz diyebilirim.
Yaprak Özer: Tamam… Zaten tipik bir girişimsiniz… Teknoloji girişimisiniz…
Dr. Erdem Erikçi: Doğru… Evet zaten küçük olur…
Yaprak Özer: Diğer girişimler gibi satın alacak büyük bir yatırımcıyı mı bekliyor ve hayal ediyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Erken aşama Ar-Ge firmasıyız. Öyle diyebilirim… Bir fikrimiz var ve onu gerçekleştirebilirsek çok büyük bir değer yaratacağımızı iddia ediyoruz. Bu iddiamızı önce devletin kaynaklarına sunduk: KOSGEB ve TÜBİTAK… Onlar bizi destekledi… Daha sonra… New York’ta bir hızlandırıcı program fikrimizi değerlendirdi ve programlarına dahil etti. Bu küçük bir yatırım da demek…
Yaprak Özer: Ne kadar yatırım küçük yatırım?
Dr. Erdem Erikçi: Şu anki yapmamız gereken deneyleri yapmamız için yeterli bir yatırım… Yani rakam söylemek gerekirse, 200 bin dolar…
Yaprak Özer: Çok mütevazı bir yatırım almışsınız… Umuyorum çok daha fazla yatırım dünyadan ya da Türkiye’den alırsınız…
Dr. Erdem Erikçi: Bu aldığımız yatırımlar zaten tamamen sarf malzemelerine… Bu laboratuvarı kurmaya alet edevatı almaya gidiyor. Bu yatırımlar hiçbir şekilde kimseyi zengin etmez bir çıkar güdemeyiz… Sadece fikirlerimizi gerçekleştirmek için bu paraları harcıyoruz. Cebimizden de koyduğumuz çok oldu.
Yaprak Özer: Araştırırken ABD, Hollanda ve İsrail’de benzer çalışmalar olduğunu gördüm.
Dr. Erdem Erikçi: Biz bu işe başladığımız zaman 2018 yılıydı. O zaman 20 tane idik dünya çapında… Yani çok azdı. Şimdi bu rakam arttı 100’lere vardı iki yıl içinde… Çok ilgi çeken ve bayağı da yatırım alan bir fikir bu… Onlardan biriyiz. Biz erken başlayanlardanız aslında… İşin güzel yanı bu kaçmış bir tren değil… Buna Türkiye’de yatırım yapıldığı zaman Türkiye’den de katılım sağlanacak… Yapılmayacak bir şey değil… Çünkü yetenek var. Yani bunun nasıl yapılabileceğine dair fikri olan insanlar var Türkiye’de… İşte önemli olan bunu değerlendirmek… Buradan patentler çıkarmak ve dünya çapında satmak… Buna bugün yatırım yapmazsanız bugüne kadar başımıza gelen şey olur.
Yaprak Özer: İthal ederiz… Parayı bastırır alırız mantığı… Patentiniz var mı?
Dr. Erdem Erikçi: Patentimiz olmak üzere… Başvurusu için şu an prosedür başladı.
Yaprak Özer: Çok güzel… O zaman sizi siz yapan çok özel bir şeyiniz var anladığım kadarıyla. İlk başlayanlardansınız… ama görüyorum ki diğerleri daha ileriye gidebiliyorlar bu süreç içerisinde… Devlet ve özel sektör, üniversiteler size daha fazla kucak açmış olsalar herhalde siz bunu çok daha farklı bir noktaya getirmiş olabilirdiniz.
Dr. Erdem Erikçi: Doğru… Çok doğru… Bu her zaman böyle… Zaten start up’lara, erken aşama Ar-Ge firmalarına yatırımlar bu yüzden yapılır. Ekiplerini çok büyütsünler bütün fikirlerini denesinler… Her fikir çalışmayacak emin olun... Ama çalışan bir tanesiyle yükselsinler ve yeni yatırımlar çeksin diye yatırım alırlar…
E tabii biz de açıkçası biraz yavaş gitmek zorunda kaldık bu yatırımlardan dolayı… Yani laboratuvarda çalışan iki kişi var bu 5 kişiden… 1 kişi bilimsel danışman benim ortağım Kamil Can Akçalı… Onun dışında 2 kişi finansal ve iş geliştirmede çalışıyor. Ama daha fazla yatırım olsa burada birçok beyni çekeriz. Dört koldan çalışırız… Laboratuvarı ikiye katlarız vs. Kapasitemizi hızlı arttırabiliriz… Çünkü fikirler bekliyor yapılmayı… Aslında baktığınız zaman paranın kendisi değerli değil böyle çalışmalarda, değerli olan zaman…
Yaprak Özer: Kırmızı etle yapıyorsunuz bu işi… Beyaz et de var mı?
Dr. Erdem Erikçi: O da mümkün baktığınız zaman… Çünkü kök hücreler olarak birbirine benzer teorik olarak… Bazı küçük farklılıklar olabilir… Ama bizim ürettiğimiz, o hücreyi besleyen o ortamların genel olarak bütün hücrelere hitap edebileceğini düşünüyoruz. Zaten onun denemelerini de yapıyoruz. Dolayısıyla kırmızı et üreten de beyaz et üreten de onların da bizim ürünlerimizden faydalanabileceğini düşünüyoruz Yani protokoller birbirine benzeyecek mutlaka… O küçük farklılıklar için bazı ince ayarlar yapılması gerekecek… Ama dünya üzerinde bildiğiniz bütün hayvanların etini üretmek mümkün olacak… Yani işin güzel yanı, etin tüketimini hayvanlardan ayırmak, tamamen izole etmek mümkün bir teknoloji bizim aslında burada geliştirmeye çalıştığımız…
Yaprak Özer: Kasaplığa soyunmuyorsunuz değil mi? Kasapların sonunu mu hazırlıyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Yo bence sonunu hazırlamıyoruz. Ama onları butikleştireceğiz… Yani şöyle diyeyim… Binicilik hiçbir zaman kaybolmadı arabalar icat edildikten ve yayıldıktan sonra… Binicilik diye bir şey var… Hem zevk için var hem spor için var… Kasaplık da bu açıdan butik ve farklı bir şey haline gelecek… 2030 yılına kadar geleneksel et üretiminin sahip olduğu market yüzde 100’lerden yüzde 40’a inecek… Yüzde 60’ı temiz ete…
Şu an bildiğimiz kasaplık yine var olacak… O hiçbir zaman sonlanmayacak çünkü baktığınız zaman pazarlarda her şeye talep vardır. Her şeyin bir alıcısı vardır. Dolayısıyla hayvancılık genel olarak belki biraz daha gıda üretmenin vahşi yöntemi olarak kabul edilebilir ama bunu talep edenler de olacak… İşte yine de var olacağını düşünüyoruz. Ne zaman ki bahsettiğim o fiyat daha da aşağı iner işte o zaman böyle bir lüks haline gelerek kaybolmaya da yüz tutabilir… Yani hayvanların sayısı milyarlardan yüzlere düşer ondan sonra onlara ulaşmak için çok ciddi maliyetler gerekir. Çok küçük bir kesim ona ulaşabilir. Hatta belki ulaştıkları zaman bile eleştirilir. Yani hani devrim olacak diyoruz ya… Anlayış olarak da bir devrim olacağını düşünüyorum ben açıkçası… Bu, tarih boyunca birçok kez gerçekleşti… Çocuk işçiliği eskiden meşruydu. Siyahi insanların insan olarak görülmemesi gayet normaldi. Hayvan kullanımı tarım arazilerinde her zaman olan şeydi ama bugün traktörler kullanılıyor ve hayvanlara o eziyet olarak görülüyor. Binicilik de bazen eleştiriliyor vs… Anlayış olarak da gerçekten değişikliğe uğrayacak. Bizim torunlarımız bence bizi suçlayacaklar… Ne? Yemek yemek için hayvan mı öldürdünüz? diye…
Yaprak Özer: Siz ürettiğiniz etin tadına baktınız mı?
Dr. Erdem Erikçi: Yo bana henüz kısmet olmadı… O etin tadına bakabilen insan sayısı şu an Uluslararası Uzay İstasyonu’na giden insan sayısı kadardır en fazla…
Çünkü henüz bunu üreten firmaların dışına çıkmadı, satılmadı. Topluma yayılmadı ve geri dönüş beklenmedi hiçbir zaman… Ama deneyenlerin söylediğine göre andırıyor. Eti andırıyor… Biraz kuru olduğunu söylüyorlar … Ama etin tadını gerçek ete dönüştürmek aslında bence çok kolay bir iş… Bizim yediğimiz et zaten hiçbir zaman olduğu gibi değil… Biraz daha işlenmiş oluyor baharatlarla vs… Onun dışında etin içindeki yağ…
Yaprak Özer: Tahmin ediyorum ki böyle bir üretim dünyada açlığa önemli ölçüde çare olabilecek herhalde…
Dr. Erdem Erikçi: Dünya üzerinde şöyle bir ikilem var. Dünyada 7 milyar insanız… Ama 9 milyar insanı doyuracak kadar gıda üretimi söz konusu… Mesele israf ve hayvancılık israfın kaynaklarından bir tanesi… Mesela bir ineğe 100 birim protein yatırımı yapıyorsunuz… Yani 100 birim protein tüketiyor yediği arpadan buğdaydan bitkiden, her ne ise… Ama bunun 3 birimini size geri veriyor. Ortada yüzde 97’lik kayıp söz konusu… O yüzde 97 nereye gidiyor? İneğin hayati fonksiyonlarına gidiyor. Beynine, derisine, kemiğine gidiyor. Isı olarak etrafa yayılıyor. Burada çok ciddi bir enerji sarfiyatı, israfı var… Dünyadaki bütün arazileri düşünürseniz eğer… Amerika kıtasının hepsi sadece hayvanları beslemek için olan gıdayı üretmek için ayrılmış durumda toplamda… Çin kadar bir arazi bizim yediğimiz bitkileri üretmek için ayrılmış durumda… E şimdi siz hayvanların yediğini insanlara aktarırsanız… Aktarabilirseniz mesela… Ya da küçük bir kısmını eğer aktarabilirseniz o besleyemediğiniz o aç insanları beslemek için bol bol gıdaya sahipsiniz yani… Açlık söz konusu olduğunda problem işte bu israftan kaynaklı… Ve dolayısıyla et üretiminin verimi artırılırsa bu temiz et yöntemleriyle, o zaman evet açlığın yok edilmesi için elinizde gayet bol malzeme var demektir. Dediğiniz doğru yani…
Yaprak Özer: Fikir nereden çıkıyor?
Dr. Erdem Erikçi: Aslında bu fikrin çıkması Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki insanlara et nasıl yedirebiliriz şeklinde… O açıdan uzaya gönderilebilecek bir et kaynağı bu… Siz muhtemelen şundan bahsediyorsunuz yani… Böyle çok güçlü uluslararası şirketler gıdanın yönetimini ellerine alırsa ne olur? Değil mi?... Et üretimini yönetimini ellerine alırlarsa ne olur?
Baktığımız zaman monopolleşme büyük bir tehlike olarak görülüyor. Bunun örnekleri dünyada da var… Zaten çok büyük gıda firmaları da dünyada belli tehditleri bize sunuyorlar.
Et söz konusu olduğu zaman yerel lezzetler çok önemli… Şimdi mesela Avrupa’ya Amerika’ya gittiğiniz zaman oradaki etlerin tadı çok farklı gelir… Çok da size uymaz aslında… Dolayısıyla o firmaların bütün dünyayı beslemesi gibi bir şeyin kabul göreceğine ben inanmıyorum. Belki şubeler açarlar vs. diyebilirsiniz. Olabilir… Monopol söz konusu olduğu zaman… Teknolojinin gelişmesini, monopol olmasın diye engellemeniz hiçbir zaman doğru değil… Bu bugüne kadar gerçekleşmedi. Monopolleşmeyi regülasyonla bence düzenleyebilirsiniz. Dolayısıyla teknoloji gelişecek, tamam bu monopole yol açabilir… Evet doğrudur… Ama bunu engellemek teknolojinin gelişmesini engelleyerek olacak iş değil… Bu yerel tatların ortaya çıkabilmesi için dediğim gibi işte… Yerelde yani Türkiye’de de ne bileyim Amerika’da da Endonezya’da da bunun know-how’ının geliştirilmesi gerekiyor. Oradaki insanlar tarafından bunun öğrenilmesi ve bilinmesi gerekiyor. İşte o yüzden- hani tren kaçmadı henüz diyorum ya-Türkiye’de de bunun yapılabilmesi, bunun destek görebilmesi yatırımcılar tarafından devlet tarafından bunun desteklenmesi bunun daha sonra, işte bu monopolleşmenin engellenmesi için de önemli… Bunu biz bilelim… Yurt dışından bize geldikleri zaman yani bunu biz yapabiliyoruz ve sizden daha iyi yapabiliyoruz bizim tadımıza bizim kültürümüze daha uygun yapabiliyoruz… Siz gidin başka yere filan diyebilme imkanına sahip olalım…
Yaprak Özer: 100’ü bulan firmaların arasında bizim gibi Müslüman ülkelerde olan başkaları da vardır herhalde değil mi? Buradan çok sosyolojik şey çıkar gibi geliyor, tartışırız çok şey yaparız… Ne diyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Tabii tabii bunu çok tartışacağız eminim… Ama ben onu tartışacağımız günün gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. Yani seve seve tartışırım açıkçası… Bu tartışmada tabii toplumun çok farklı kesimlerinden insanların dahil olması lazım… Yani din bilginleri de olmalı bilim insanları da olmalı… Halktan insanlar da olmalı… Bunu tartışacağız evet… Kurban Bayramları nasıl olacak… Ondan sonra helallik nedir ne değildir?… Bu helal midir?… Bunların tartışmalarını yapalım… Çok güzel olur açıkçası… Bugün bile yapılıyor aslında baktığımız zaman… Örneğin ben uluslararası bir konferansa gitmiştim. Orada helallik sertifikası dağıtan bir kurumun başkanı gelmişti… Onun söylediği şuydu mesela helallikle ilgili… Yorumu duymak isterseniz… Dünya için iyi olan her şey helaldir, dedi. Çok basit bir tanımı vardı. Hani bu İslami bir otoritenin söylediği bir şeydi. Dolayısıyla dediğim gibi temiz et kavramının temiz olmasının sebebi birçok açıdan meşrulaştırılıyor. Dolayısıyla dünyaya iyi bir şey olduğu için zaten bu ilgi çekiyor… O zaman bu da neden helal kabul edilmesin? Bir tek şöyle bir şey söylemişti. Helal olmadığını kabul ettiğimiz hayvanlardan olmasın o kök hücrenin kökeni dedi. Bir de onların helal olmayan dokularından olmasın… İdrar olmasın, kan olmasın vs. demişti…
Bunlar anlaşılabilir şeyler… Uyum sağlamak, işte ne bileyim dünyanın ihtiyacını alternatif yöntemlerle karşılamak açıkçası gerekliyse eğer belli bir noktada o zaman buna uyum sağlayabiliriz anlayış olarak… Anlayış devrimi gerçekleşecek…
Yaprak Özer: Gelecek 10 yılda nerede olmayı planlıyorsunuz?
Dr. Erdem Erikçi: Biz bu yılın sonuna doğru bir yatırım arayışının sonlarına varmış olmayı bekliyoruz. Dediğim gibi işte patentin eşiğindeyiz. O patenti aldığımız zaman tekniklerimizi ortaya koyabileceğiz. Korkmadan konuşabileceğiz. Bu yöntemin ilgi çekeceğini ve yatırım alabileceğimizi düşünüyoruz. İşte yıl sonuna doğru onu almış ve çalışmalarımıza devam ediyor oluruz gibi öngörüyorum ben… Umudumuz var bu açıdan… Onun dışında 10 yıl içinde de her ne kadar şimdi et üretimini gerçekleştirebilmek için gereken malzemeleri üretmeye odaklanmış olsak da dediğim gibi yerel tadı, yani gerçek eti üretmeye yönelik de altyapı çalışmalarını yapıyor hatta üretime geçmiş de oluruz diye umuyorum 10 yıl içinde… Öngörüm bu…
Onun dışında şöyle bir yorum da yapayım… Et yemeye hani karşı mısınız diye sormuştunuz… Ben her ne kadar et yiyen bir insan olsam da vicdanen hiçbir zaman rahat değilim… Vicdanen rahat olmak için aslında bu alternatif kaynakların özellikle geliştirilmesine yönelik çalışıyorum. Yani bütün zamanımı enerjimi bilgimi buna veriyorum. Ama et yemek baktığınız zaman hepimizi kabul etsek de etmesek de aslında ahlaki bir ikilem içinde gösteriyor. Et yemesek olur… Et yemesek hayatta kalırız, gayet de sağlıklı bir şekilde… Zaten birçok doktor da bu konuda hemfikir… Fakat bu iştahımızı tatmin edebilmek için bir canlının canını almak bana çok da meşrulaştırılabilir bir şey gibi gelmiyor. Ama bunu yapıyoruz. Çoğumuz yapıyoruz. İşte öyle günler gelecek ki bunu yapmak zorunda kalmayacağız. Ama o ilkel iştahımızı… Etin tadını arıyoruz sonuçta ve bu ilkel bir duygu… Bunu tatmin edebilmek için de çok daha masum yöntemlerimiz olacak… Bunun için çalışıyoruz. Öyle bir yorum yapabilirim yani…