“Eski fikirler bazen yeni binaları kullanır. Yeni fikirler ise mutlaka eski binaları kullanmalıdır.” Bu ifade şehircilik alanında öngörüleri ve çalışmaları ile tanınan Jane Jacobs’a (1916-2006) ait ve önemli eseri “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” kitabında yer alıyor. Kitabı kaleme aldığı yılda, 1961 yılında, şehirlerde süregelen dönüşümün şehirli yararına olması gerektiğini vurgulamış, var olan uygulamaları eleştirmiştir. Şehirlerin gelişebilmesi için eski binaların yeni fikirler ile buluşmasını savunmuştur.
Jane Jakobs’un savunduğu öngörünün gerçekleşmiş örnekleri tarihi ve eski binaların akılcı dönüşümlerle yeni fikirlerin ve yeni nesil büyümenin kuluçkahaneleri olabileceğini ve şehrin ekonomik gelişmesini tetikleyeceğini kanıtlıyor. Araştırmacılara göre aslında asırlar öncesi bu gerçeğin farkına varılmış. İnovasyon, yeni ürünler, yeni hizmetler ve yeni nesil bir ekonomik gelişme hep şehrin tarihi, karakteristik binalar bölgesinde filizlenmiş. Bunun için birçok neden sıralanıyor. Örneğin, buralarda yerlerin yeni girişimin risk maliyetini karşılayabilecek ölçüde ucuz olması. Bu binaların kişilikleri, dokusu, rengi, havası ile yaratıcılığı tetikliyor olması. Bu binalardan oluşan bölgede ekonomik faaliyet çeşitliliğinin girişimciliği destekliyor olması gibi.
Yaratıcı, yenilikçi olmak isteyenler için eski binaların derinden yankı yaptığı ileri sürülmekte. Bu nedenle dünya yüzeyinde binlerce eski; kimi sıradan, kimi sıra dışı, kimi tuhaf ve kimi kocaman bina yeni işlevler kazanmakta. Eski evlerden, dükkânlardan oluşan mahalleler, çarşılar; depolar, şehir içinde kalmış tekstil fabrikaları, şehrin yenilenmesine katkısı olan kültür ve deneyim merkezlerine, yeni girişim kuluçkahanelerine dönüşmekte. Peki, bu binalar nasıl yankı yapmakta? Neleri tekrarlayıp, hatırlatmakta?:
- Geçmişle bağ: Orada yaşanmışlıkları, anıları yankılamakta, duvarların eski rengi o günlerde yeniliğe, değişikliğe duyulan isteği yansıtmakta. Kuşaklar arası duygusal bağın varlığı hissedilmekte. Nereden geldiğimizi bilmek nereye varmak istediğimiz konusunda özgüven sağlamakta. Çağımızın sloganı “değişim” bizi heyecanlandırmakta, endişelerden arındırmakta. Mirası sahiplenmek sürdürme isteğini arttırmakta, derinliğine düşünmek ise yaratıcılığı beslemekte.
- İlişki: İyi yapılmış eski binalar bir çok yoldan ilişki kurmamıza imkan sağlıyor. Bir miras ile bir arada olmak, yaşamak, çalışmak geleceğimize uzanan olası yolları görmemize yardım etmekte. Özellikle eski bir yapı ile ileri bir teknoloji harmanladığında bu durum daha zengin bir esin kaynağına dönüşmekte. Tarihi bir yapıda bulunmak ufkumuzu genişletmekte. İleri teknoloji şirketlerinin bu binaları çekici bulması şaşırtıcı olmamalı.
- Olasılık: Eski binalar merakımızı uyandırarak keşfedici yanımızı harekete geçirmekte, hayal etmeyi sağlamakta ve böylece yaratıcılık, yeni bir buluş ve inovasyon doğmakta. Algımız bilenmekte, keskinleşmekte. Kaygısız, tekdüze, sıkıcı her şey bize ters gelmekte.
- Öğreti: Eski binalar dikkati arttırmakta ve yoğunlaşmaya yardımcı olmakta. Bu da, farkında olunsun ya da olunmasın, öğrenmeyi cesaretlendirmekte. Keşfedilmemiş ihtiyaç ve giderilmemiş sorunlara çözüm getiren en iyi öğretilerin eski binalardan kaynaklı olması şaşırtıcı gelmemeli. Hatta, rastlantısal öğreti tarihi binalar bölgesinde yürürken ya da oralarda bir fincan kahve yudumlarken bile gerçekleşmekte.
- Esin: Mirası koruyup kolladıkça idealler ve tutkular yerleşik biçimde şekillenmekte, kültür ve uygarlık zenginleşerek yoluna devam etmekte.
Jane Jacobs’un 60’lı yıllardaki öngörüleri ABD’li ekonomist Richard Florida’nın 2000’li yılların başında kaleme aldığı “Yaratıcı Sınıfın Yükselişi” kitabında güncellenmiş oldu. Florida, tarihi binalardan oluşan bölgelerin yaratıcı ekonominin gelişmesi için en ideal yerler olduğunu vurgulamakta. Bunun yanı sıra, dinlence faaliyetlerinin o bölgeye canlılık ve çekicilik katacağını, yaratıcı işkolları ile birlikte bölgenin gelişmesini hızlandıracağını belirtmekte. Eski binaları gözden çıkarılacak yerler olarak değil de bir fırsat olarak gördüğümüzde başarılı olacağımızı açıklamakta. Bu öngörülere ek olarak, araştırmalar eski binaların profesyonel hizmetler, yaratıcı ve kültürel işkolları gibi ekonominin en verimli sektörleri için ideal yerleşimler olduğunu göstermekte. Farklı ölçeklerde kolay uyarlanabilme imkânı ile yeni girişimlere uygun, ayırt edilmek isteyen işkolları için özgün kimlikleri nedeniyle cazip olmaları nedeniyle eski binaların rağbet göreceği belirtilmekte.
2022 yılında şehir plancısı Hakan Gümüş önderliğinde kurulan, mesleğinde söz sahibi mimarlar, şehir plancıları, stratejistler, hukukçular, turizm girişimcileri ve eksik olmasınlar beni de dahil ettikleri “İstanbul Tarihi Yarımada Vizyon Platformu” önemli bir konuda farkındalık yaratmak, çözüm yolları arayıp sunmak için çaba harcıyor. Bu bağlamda ve özellikle tarihi hanlar inceleniyor, keşif gezileri ve çalıştaylar düzenleniyor. Görünen o ki tarihi yarımadanın hanlar bölgesi pek farkında olmadığımız, idrak edemediğimiz bir hazine! Galiba bu nedenle onlara oldukça hoyrat davranmışız, o değerleri olabildiğince kıymetsizlendirmiş ve ucuzlatmışız. Her bir han “eski binalar, yeni fikirler” gözlüğüyle bakılınca ne denli önemli fırsatlar barındırdığı görülüyor. Eski hanlar bölgesinin kısmen de olsa bir yaratıcı endüstriler bölgesine dönüştürülmesi tarihi yarımadayı ve daha ötesinde İstanbul’u önemli ölçüde etkileyebilecek bir girişim. Umuyoruz kulak verilir, dinlenir ve değerlendirilir.