Son yıllarda neredeyse her büyük şirketin yönetim katlarında sıklıkla yankılanan bir kavram olan ESG (Environmental/Çevresel, Social/Sosyal, Governance/Yönetişim) esasen ekonomik sürdürülebilirliği sağlamak ve bununla birlikte çevresel etki ve toplumsal fayda konularını da bütünleşik bir bakış açısıyla ele almak için ortaya çıktı.
Sonrasında ESG yatırımları hızla büyüdü. Dev yatırım şirketleri, bugün toplamda 35 trilyon gibi bir paranın ESG kriterlerine göre yönetildiğini söylüyor.
Peki, şirketlerin bir kısmının titizlikle takip ettiği, bir kısmının da korkulu gözlerle izleyerek, yön bulmaya çalıştığı önemli bir kerteriz olan bu kavram ile ilgili bugün durum ne?
Kurumsal yapının ESG ile tutkulu birlikteliği, dünyanın içinden geçtiği bu zorlu yıllarda zarar görmüşe benziyor. Neredeyse moda olan bu kavram son dönemde farklı sebeplerle darbe yiyor.
Küresel ekonominin durumu
Farklı coğrafyalarda yaşanan savaşlar, küresel ekonomik problemler, dizginlenemeyen enflasyon belası, jeopolitik riskler…
Dünyanın gözü, bugünün yaşamsal sorunlarını çözmeye dönmüş durumda. İklim krizi gibi çok temel ama orta ve uzun vade hedeflerle ilerleyen bir konu, açıkça dile getirilmese de, ajandalarda geriye itilmiş gözüküyor.
Yatırımcıların rolü
Ekonomideki yüksek oynaklık, yatırımcıları farklı pozisyon almaya itiyor. Parayı koruma çabası, ESG odaklı yatırımlar yerine daha geleneksel (ve kahverengi) sektörlerin tercih edilmesine yol açıyor. Bu dönemde getiri açısından daha verimli sektörlere yatırım yapmak, ESG yatırımlarının en büyük sözcüsü global yatırım şirketi BlackRock için bile akıllı bir finansal hamle olarak değerlendiriliyor.
Kurumsal ikiyüzlülük
ESG’nin sahne önü algısı ile sahne arkası gerçekleri arasında büyük bir kopukluk var. Bunun önemli bir sebebi de pek çok sektörde yapılan ‘yeşil yıkama’ (greenwashing) faaliyetleri. Dürüst olmayan kötü örnekler üzerinden kavramlar maalesef yanlış tanımlandı. Yatırımcılar bu tür hilelere karşı daha uyanık hale gelirken, sürdürülebilir fonlara olan para akışı da doğal olarak yavaşlıyor.
Çözüm: ESG yaklaşımı yeniden kurgulanmalı
İlk adım, bu üç kavramı yani E, S ve G’yi, birbirinden ayırmak olacak. Çünkü, hedefler çok katmanlı ve birbirinden farklı olduğunda bunların her birine tam olarak ulaşma şansı azalıyor. Elbette ölçmek ve raporlamak da!
Sosyal (S) alan, günümüzün ekonomik ortamında, kâr peşinde koşan şirketler için ‘ters’ kararlar alabildikleri zorlu bir alan. Yönetilmesi kolay değil. Çalışma koşulları, çalışan hakları ve çeşitliliği, tüm paydaşlarla ilişkiler, toplumsal fayda gibi çok katmanlı bir ekosistem yönetimi gerektiriyor. En kritik konu, bu alanda yapılanların mali ve sosyal etkilerini ölçmenin zorluğu.
Yönetişim (G) son derece önemli ama görece kolay alan. Kurumsal yönetimi güçlü ve küresel standartlarda iyi yönetilen şirketlerin uzun vadede daha iyi performans gösterme eğiliminde olduğu fikri ne tartışmalı ne de ölçülmesi zor.
Son olarak, çevresel (E) alana bakarsak; bu, ağırlıklı olarak bir şirketin eylemlerinin çevresel etkisinin değerlendirilmesini içeriyor. Ancak pratikte, sağlıklı veri eksikliği dolayısıyla burada da zorluklar var.
Bugün kurumsal dünya, özellikle iklim krizinin orta ve uzun vadeli finansal risk ve etkilerini ölçmek ve yönetmekle ilgili stratejiler peşinde. Çünkü, en geniş ekonomik etkiye sahip alan burası. Düşük karbon ekonomisine geçiş planlamaları, sadece çevresel değil, ekonomik sürdürülebilirlik açısından da kritik önemde. Üstelik, sınırda karbon vergisi gibi uygulamalar kapıdayken…
E, S ve G’ye saldırmanın değil, sarılmanın zamanı!
Şimdi. Sürdürülebilir ekonomik gelişme ve elbette çevresel etkilerin yönetilmesi ve toplumsal fayda adına kavramsal olarak E, S ve G’den uzaklaşmanın değil, tersine daha da sarılmanın tam zamanı. Bu, romantik değil, son derece pragmatik bir çağrı. Analizler de bu alandaki yatırımların orta vadede artacağına işaret ediyor.
Sürdürülebilir ekonomi ve kaynakların etkin kullanımı, sağlıklı üretimin teşvik edilmesi, temel yaşam haklarının korunması, adaletin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için bırakın bu kavramları arka plana atmayı, her zamandan daha fazla sahip çıkmak tüm ülkelerin, kurumların ve insanlığın amacı olmalı.
Bugünün sorunları için pansuman çözümler peşinde koşarken geleceği tamamen akıldan çıkarmanın, sonrasında tedavi edilemez kemik sorunlara yol açacağını unutmamak gerekiyor.