Ekonomide yeni dönem hızlı başladı. Önce, Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Koordinasyon Kurulu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında toplandı. Ardından, Mehmet Şimşek hem TÜSİAD hem de Bankalar Birliği yönetimleriyle bir araya geldi. Görüşmelerde ekonomide yeni rasyonalite döneminin çerçevesine dair bilgi alışverişinde bulunulduğunu biliyoruz. Kimi kaygı ve taleplerin dile getirildiğini, Şimşek’in muhataplarını rahatlatmaya yönelik mesajlar verdiğini anlıyoruz. Ana temanın; durumun vahametini kabul, sabır ve zaman unsurlarına dikkat çekmek, ekonomi yönetiminde cari atamaları merkeze alarak sonuç çıkarmaktansa, Şimşek’in kurmakta olduğu yeni ekibin beklenmesi telkini yönünde şekillendiği söylenebilir.
Burada esas mesele Şimşek’in kredibilitesi değil. Şimşek zaten yerli ve yabancı piyasa aktörleri nezdinde kredibiliteye sahip olduğu, bunun için bin bir ısrar ve telkinle bu göreve getirildiği malum. Mesele bu kredibilitenin, inandırıcılığın -ki bunları güven kavramı altında topladığınızda, dünyanın en nadide, kırılgan ve kıymetli emtiası ortaya çıkar- ekonomi politikaları bakımından iktidara tahvil edilmesi. Bu aktarımın, yansıtmanın, tahvilin sağlanabilmesi adına üç unsura dikkat çekmiştim: Şimşek’in ekibini istediği gibi kurması, bağımsız biçimde akılcı politikaları uygulaması; politikalar ile söylemin, özellikle de en yetkili ağızların açıklamaları ile Şimşek’in mesajlarının, ters düşmemesi; ve piyasalara “Naci Ağbal Sendromu”nu aştıracak kadar görevde kalması -kalacağına itimat edilmesi, bu inancın kuvvetlenmesi.
Bu kriterlerle nerede durduğumuzu konuşmak için henüz erken. Sayın Şimşek’e de, tüm aktör, kurum ve “yan” unsurlarıyla iktidara da biraz zaman vermek gerek. Onlara da zor veya kolay bir uyum süreci gerektiği açık. Yanlış anlaşılmak istemem. Ekonomiye ilişkin izlenen politika ve bunların sonuçlar bağlamında farkında olunmayan bir durum vardı da, aniden olaylar başka bir ışıkta tebarüz (açıkça ortaya çıkmak, görünmek) ediverdi demiyorum. Zinhar öyle birden dramatik bir kavrayış, bir aydınlanma, bir farkındalık peyda oldu da buna adapte olmak için zevatın zamana ihtiyacı var diye de düşünmüyorum. Başımızdan geçenler gayet bilinçli tercihler neticesinde yaşandı.
“Laf dinlemiyor” diye görevden alınan TCMB Guvernörü (Başkanı) Murat Çetinkaya’yı, kurların “hızlı artışının” yediği Murat Uysal’ı yaşadık. Ardından ”sendrom” geldi. Faiz enflasyon ilişkisinin ters tarafında kalarak affı şahaneye uğrayan, bir anlamda rasyonalitenin bedelini ödeyen, “Naci Ağbal Sendromu”… Heterodoksi laboratuvarını yönetmekle sorumlu olan Şahap Kavcıoğlu’nu da ekleyince dört başkan yedi bu “raksı muazzama”. Şimdi yeni bir TCMB Başkanımız var. TCMB’nin 26. ve ilk kadın başkanı Hafize Gaye Erkan. Sayın Erkan’ın kuvvetli bir öz geçmişi var. Kuvvetli bir öz geçmiş iyidir. Ne demişler; “Yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir.”
Erkan daha göreve başlamadan kendisini pozisyonlamaya yönelik yoğun bir kampanya başlamıştı. Özenle “Gaye”, “Hafize” ile bütünlenerek dolaşıma sokuldu ismi. Belli ki “Amerika’dan gelen hanım“ algısı oluşsun istenmemiş, “bizden biri” mesajı verilmeye çalışılmıştı. Muhafazakâr kitlenin hem “kadın” hem “Amerika” alerjisi tutmasın, muhalefet “IMF” ve “Kemal Derviş” eleştirilerini diline pelesenk etmesin diye tedbir dikkatle alınmıştı. Bu kampanyaya sanıyorum ilk ben dikkat çekmiştim. Sevgili Dr. Artunç Kocabalkan’ın kanalındaki yayınımızda bu konuda yaptığım yoruma “Amma yaptın hoca”, diyenler de olmuştu. Ancak, geçen hafta Abdülkadir Selvi pek sıcak ve duygusal biçimde konuyu kaleme alarak, “Hafize Hanım”la ilgili bu, sistemli ve hedefli olduğu apaçık, iletişim kampanyasını alenileştirdi. Doğrusu iktidar bu algı işlerini iyi yapıyor. Muhalefetin sıkleti oyunu bu seviyede oynamaya yetmiyor. Şimdi esasa dair bakınca incir çekirdeğini doldurmayacak; amaca dair değerlendirince hiç de küçümsenemeyecek bu isim meselesine bir katkıda daha bulunayım. Ne de olsa zamana oynarken bunlara ihtiyaç olacak, çorbada tuzumuz olsun. Hafize, koruyan, saklayan demek. Arapça kökeni “h-f-z”. Muhafız da aynı kökten. Selvi’nin daha “modern” diye nitelediği Gaye de esasında Arapça “g-y” kökünden. Malum, “maksat”, “amaç” “hedef” gibi anlamlara geliyor. Bu durumda Hafize Gaye Hanıma, “Maksadın Muhafızı” diyebiliriz. Maksat, bu defa “rasyonaliteye dönmek”: Enflasyonu düşürmek, faizi ve öngörülebilirliği artırmak, yapısal dönüşümü hızlandırmak. Unutmadan bir de Mart 2024 Yerel Seçimlerini kazanmak. Bana gelince. Şahsen Hafize Gaye Erkan’a ilişkin bu yatırımcı iletişimi kampanyasına karşı değilim. İletişim stratejisi ve yönetimi yerli yabancı yatırımcıya güven vermek, çekmek isteyen tüm ekonomik aktörler açısından önemlidir. Yabancıya, ABD’de okumuş, profesyonel, kadın, Gaye; yerliye milli, Rizeli, anneannesinin yardımıyla kızına bakan, bizden, Hafize Hanım. Bence güzel…
Doğrusu ya, cari durumda bize yeni bir hikâye gerçekten elzem. Zira, karne açık. Sayın Şimşek ve Sayın Erkan’ın devraldıkları ekonomik manzaranın da bir öz geçmişi var. Bu öz geçmiş de rekorlarla dolu. Misal, “ihracat yönlü büyüme” diye çıkılan yolda, cari açığın bu yıl Şubat ayında eriştiği 55,4 milyar dolar bir rekor. Bu son on yılın rekoru. (Hakkı teslim(!) parantezi: Esasen kırılmasını Allah göstermesin diyeceğim tüm zamanların cari açık rekoru da 2011 Ekim’inde eriştiği 71,6 milyar dolar zirvesiyle bu iktidara aittir.) Sonra net hata noksan rekoru var. Kaynağı belirsizi döviz girişleri de geçen yıl sonunda 22,4 milyar dolarla rekor kırdı. (Bir defa daha hakkı teslim(!) parantezi: Bu kalemde yakalanmış ikinci en yüksek seviye de AK Parti iktidarlarına ait: 2018’de 21,3 milyar dolar. Şaşırtıcı olmayan “sürpriz” şu ki, o yıl da bir seçim senesiydi! Aynı üçüncü en yüksek rakamın gözlemlendiği 2011 senesi gibi. O zamanki rakam 12 milyar dolardı.) Bunların üzerine mesela dolar kuru var. Tüm o kur savaşlarıyla yakılan onca paraya, bu kadar finansal baskılamaya rağmen o da rekor seviyeyi 15 Haziran’da gördü 23,6815. (Bilgi parantezi: bu kur TCMB tarafından açıklanan gösterge niteliğindeki satış kuru.) Başka? Türkiye tarihinin CDS primi rekoru da 908,4 ile 15 Temmuz 2022’de kırılmıştı. Dış borç stok rekoru da 2022 sonu itibariyle evelallah kırıldı, 459 milyar dolar. (Ek bilgi parantezi: 2002’de AK Parti iktidara geldiğinde 1923-2002 arası hesabın dibinde uluslararası borcumuz 131,9 milyar dolardı. Yani koca Cumhuriyeti var etmek için ele güne borçlandığımız tüm para buydu. 79 sene sonunda bu kadar açıkla koca bir Cumhuriyet kurulmuştu. Sadece 21 senede, 3,5’te 1 zaman aralığında, bu borcu 3,5 ile katladık.) Dış borcun GSYİH’ye oranı rekorunu da 2020’nin son çeyreğinde kırmıştık nitekim. O da %60,4’tü. (Ve son ek bilgi parantezi: Üstelik bu oranlar 2006 ve 2015’te iki defa GSYİH hesabını revize etmemizle mümkün oldu. O revizyonlar olmasa sadece bu oranlar daha yükselmeyecekti, aynı zamanda kurun da baskılanmasıyla, milli gelir hesabı da bugünkü seviyede olmayacaktı!) Enflasyon rekoruna girmiyorum. Zira orada malum değişik hesaplama yöntemleri mevcut. 1994’te kırılmış %125,49 oranını geçmiş de olabiliriz, geçmemiş de! Ve nihayet, yeni Merkez Bankası Başkanı koltuğuna otururken 2 Haziran 2023’e ait taze kırılmış bir başka rekoru daha devraldı; rezerv pozisyonu rekoru: – 61,2 milyar dolar. Üzerine SWAPları bir yana koyduğunuzda bile (Açıklama Parantezi: Borç onlar ya, sonunda ödenecek ya…) net rezerv 5,7 milyar dolar ekside. Bu da elbette bir rekor ve bu durum daha önce 2001 krizi neticesinde görülmüştü.
İşte ekonomimizin yeni muhafızı, 22 Haziran’da, bu rekorlara doymayan manzarada faiz kararı alacak. Korkarım “muhafızın” ateşle imtihanının sadece başlangıcı bu… Kolay gelsin…