Uzunca süredir beklediğimiz veri Haziran ayı enflasyonuydu. Haziran ayı enflasyon verisi, yönetilen ve yönlendirilen fiyatlar açısından yılın geri kalanındaki birçok fiyatlamayı belirleyen bir veri olarak karşımıza çıkıyor.
Örnek vermek gerekirse memur maaşları ve emekli aylıkları yılın ilk altı ayındaki TÜFE oranındaki artışa bağlı olarak değişirken, Özel Tüketim Vergisi altında yer alan birçok maktu vergi tutarı da yılın ilk altı ayındaki ÜFE’ye bağlı olarak otomatik artıyor. Fiyat artışlarının yanı sıra, Merkez Bankası’nın uzunca süredir işaret ettiği dezenflasyon sürecinin başlangıçta haziran ayı olarak karşımıza çıkıyor. Bunu baz etkisi kaynaklı yıllık enflasyondaki düşüş olarak değerlendirmiyorum. Yüksek politika faiz oranının iç talebi baskılaması sonucunda aylık enflasyonun yavaşlaması olarak yorumluyorum.
Bu yüzden, çeşitli kurumlar tarafından açıklanan beklenti ve aylık enflasyon verileri de TÜİK verisi açıklanmadan önce yakından takip edildi. TÜİK fiyat endeksleri öncesi açıklanan bu veriler haziran ayında enflasyonun yine yüksek gerçekleşeceği yönündeydi. Örnek vermek gerekirse Bloomberg enflasyon anketine göre Haziran enflasyon medyan tahmini aylık %2,2, yıllık %72,5 idi. İstanbul Ticaret Odası’nın tüketici enflasyonu ise aylık %3,4, yıllık %82,1 oranında artış sergiledi. TÜİK tarafından açıklanan tüketici enflasyonu ise aylık %1,6, yıllık % 71,6 oranında artış ile piyasa ve kamuoyunu şaşırttı. TÜİK enflasyonunun, piyasa beklentileri ve diğer kurumlar tarafından açıklanan aylık enflasyon verilerine göre oldukça düşük gerçekleşmiş olması, birçok kesim tarafından verilere olan güven konusunda eleştiriye sebep oldu.
Enflasyonun beklenenden düşük açıklanması borsa ve uluslararası fon yatırımcıları açısından güzel bir haber olarak değerlendirilirken, yurt içinde gelirleri buna bağlı olan memur ve emekliler adına da oldukça kötü bir haber oldu. Benzer şekilde enerji fiyat artışlarının Temmuz ayına ötelenerek, memur maaşı ve emekli aylıklarını artırmamasının hedeflenmesi, dezenflasyonun toplumsal refah kaybı pahasına yürütülmesi adına yoğun tepki çekti.
Şimdi de önümüze bakalım. Baz ve mevsimsel etkiler kaynaklı, yıllık enflasyonda sert düşüşler yaşayacağımız yaz dönemini enflasyonda başarı olarak nitelendirebilir miyiz?
Ben bu dönemi başarıdan öte yoğun riskli bir dönem olarak yorumluyorum.
En büyük risk, yıllık enflasyon oranlarının hızlı bir şekilde aşağı gelmesiyle beraber birçok ekonomik oyuncu tarafından Merkez Bankası’na faiz indirim taleplerinin yoğun bir şekilde gelecek olmasıdır. Özellikle üst düzey hükümet yetkileri tarafından faiz indirmeye yönelik çağrıların yapılması, hâlihazırda düşük seviyede olan Merkez Bankası’na güveni zedeleyebilecektir. Bu çerçevede TEPAV bünyesinde yayınladığımız Haziran ayı Para Politikası Değerlendirme Notumu’zda da izleyen aylarda faizlere ilişkin açıklamaların sadece ve sadece Merkez Bankası tarafından yapılmasının önemini vurgulamıştık. Merkez Bankası’nın sorumluluk alanlarına ilişkin TCMB dışında açıklamaların yapılması, ekonomik politikaların devamlılığı konusunda bankanın elini zayıflatacaktır.
Bir başka risk de enflasyondaki düşüşün başlaması ile beraber hükümetin bu sürece yeterli desteği vermemesi olacaktır. Mayıs ayında açıklanan Kamuda Tasarruf Paketi beklenen tasarruf politikalarını içermedi. Kamu harcamalarında yeterli sıkılaşmanın sağlanamaması artan bütçe açığının vergilerle finanse edilmesi ihtiyacını sürdürdü. Kamu giderlerinin azaltılamaması gerek iç talep üzerindeki yukarı yönlü etkisi gerekse dolaylı vergilerin enflasyonist etkileri açısından Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede elini zayıflatmaktadır.
Son olarak enflasyonla mücadele konusunda esas sürecin 2025 yılında verileceğini ve başarının enflasyonu, bize benzer diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, %3 seviyesine indirmek olduğunu unutmayalım. Bunu başarmak için de mutlaka ve mutlaka hükümetin yapısal politikaları hayata geçirmesi gerekecektir. Nedir bu yapısal politikalar?
- Hukuk sisteminin işlerliği, kamuda liyakat, hesap verilebilirlik ve kurumsallığın artırılması
- İstihdama düşük katılım ve niteliksiz işgücü gücü sorunlarının çözülmesi
- Tarımsal üretim, ithalat, ulaştırma ve hal piyasasının iyileştirilerek gıda fiyatlarının aşağı çekilmesi
- Uluslararası rekabet gücümüzü artırmak için eğitim sistemi ve niteliğinin iyileştirilmesi
- İklim değişikliğiyle mücadele gibi alanları öncelikli olarak sıralayabiliriz.
Özetle, enflasyonda zirveyi görmüş olmamız enflasyonla mücadelede başarı sağladığımız anlamına gelmiyor. Uzun soluklu yolculuğun daha hala başındayız.