Dünyada enflasyon konusu gündemden düşmüyor. Powell’ın ne kadar şahinleşeceği, ne kadar önden yüklemeli bir faiz artışı yapacağı, bu politikanın ABD’nin büyüme oranını ne kadar etkileyeceği, diğer gelişmiş ülke merkez bankalarının tepki fonksiyonunun ne seviyede olacağı ve Dünya ekonomilerinin resesyonist bir döneme girip girmeyeceği 6 aydan fazladır gündemi meşgul eden konular. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının başta enerji olmak üzere neredeyse tüm emtia fiyatları üzerinde yaptığı etki, ve bir de son 1 haftadır Çin’de kovit salgının artmasıyla kapanmaların gündeme gelmesi sonucunda zaten 2 senedir bir türlü tam olarak kurulamayan tedarik zincirlerindeki aksamaların yeniden gündeme gelmesi de arz taraflı fiyat artışlarını körüklüyor. Ancak bir gerçek var ki, hemen hemen hiç bir ekonomist Batı ekonomilerinde çift haneli bir enflasyon (en azından uzun süreli olarak) beklemiyor. Bize gelirsek ise durum oldukça farklı. Artık kimse bu sene için yüzde 50’nin altında bir enflasyon beklemediği gibi daha uzun vadeye ilişkin tahminler ise her geçen gün artmakta.
Giderek Türkiye ekonomisinin makro görüntüsü 80’li ve 90’lı yılları andırmakta. Belki bu ilişkinin ekonomi medyasında yeteri kadar gündemde olmamasının bir sebebi de bahsettiğim dönemlerin neredeyse 30 yıl geride kalmış olması. Ne de olsa o günden bugüne ekonomiyi aktif olarak takip edenlerin sayısı oldukça azaldı. Yoksa, o günlerle olan paralellikler tedirgin edici derecede fazla.
Tabii, o günlerle bugünler arasında paralelikler kurarken bazı itirazlar da yükselebilir. Türkiye ekonomisinin artık 800 milyar dolarlık bir ekonomi olduğu, dış ticaret hacminin milli gelire oranının daha yüksek olduğu, üretim kapasitemizin genişlemiş olduğu gibi. Öte yandan, son 30 senede Dünya dış ticaretinden aldığımız payın pek de artmamış olduğu, bizim seviyemizde bir ülkenin doğal büyüme hızının yılda yüzde 4-5 civarında olması gerektiğinden hareketle 30 senede milli gelirin 800 milyar dolara çıkmış olmasının gayet doğal olduğu da diğer gerçekler. Eksi yöndeki gelişmeler ise iç ve dış borçluluk oranlarının o günlerle kıyaslanmayacak kadar yükselmiş olması. Bir başka menfi nokta da daha 2 gün önce açıklanan IMF verilerine göre Dünya ekonomileri arasında 21. sıraya gerilemiş olmamız gerçeği. Halbuki Türkiye 1980 ve 1990'da 18., 2000 yılında ise 17. sıradaydı!
80’li yıllarda Türkiye’deki enflasyonun ana nedeni iktidarların kamu harcamalarını ülke imkanlarının üzerinde artırma güdüsü sonucunda bütçe açıklarının çok yüksek boyutlara ulaşması, ve açıkların da çoğu zaman para basarak karşılanmasıydı. Türkiye 1994 yılında ise ülkenin açık ekonomiye geçmesi ile birlikte ilk defa “imkansız üçlü” (sermaye hareketleri serbestisi altında faiz ve döviz kurlarının aynı anda kontrol edilememesi) kaynaklı döviz krizi ve enflasyon artışıyla tanıştı. Velhasıl Türkiye’nin 1980-2000 yılları arasındaki ortalama enflasyonu yüzde 65 civarında oldu. Üstelik o yıllarda hem Dünya emtia ve enerji fiyatları bugünkü oranlarda artmıyordu, hem de bu kadar dışa bağımlı olmadığımız için yerel fiyatlar üzerindeki etkileri bu denli fazla değildi.
Bugün geldiğimiz noktada yukarıda kısa bir tarifini yaptığım 3 türlü enflasyon baskısının hepsiyle karşı karşıya kalmış bir durumdayız. Son gelen Mart ayı rakamlarının da teyit ettiği gibi Bütçe önemli ölçüde açık vermeye başlamış durumda. Bütçenin 2 önemli gelir kalemi olan dahilde alınan KDV ve gelir vergilerindeki yüzde 35 civarındaki artışların yüzde 61 oranındaki TÜFE artışının çok altında kalmış olması endişe verici. Aynı dönemde harcamalardaki artış ise yüzde 102 olmuş! Senenin kalanında bu resmin düzelmesi zor gözüküyor. Buna bir de Devletin KKM sübvansiyonundan gelecek olan harcamaları var. (Bunların bir kısmının para basılarak finanse edilmesi de söz konusu olabilir.) Sonuçta bu sene kamunun toplam açığının yüzde 5’in üstüne çıkma ihtimali çok kuvvetli. Öte yandan, politika faizinin eksi yüzde 45 civarında sürdürülmesi ise döviz kurları üzerindeki “imkansız üçlü” baskısını canlı tutuyor. Jeopolitik gelişmeler ise kısa ve hatta orta vadede bile emtia ve enerji fiyatlarının eski seviyelerine gerilemeyeceğine işaret ediyor. Kısaca, piyasa yorumcularının jargonuyla söylersek, enflasyon üzerindeki riskler artarak devam etmekte.