Başlıktan Türkiye’de enflasyon yanlış ölçülüyor gibi bir şey anlaşılmasın. (Hakeza, yanlış ölçülüyor da olabilir ama konumuz bu değil.) Kamu dahil bütün piyasa oyuncuları peşi sıra gelen ve kısa sürede anormal boyutlara yükselen canlandırma paketleri sonucunda enflasyonun bu seneki hedef olan yüzde 7.4’ün çok üzerinde geleceğini biliyor. İlk 5 ayın kümülatif enflasyonu bile şimdiden yüzde 4.7’e ulaşmış vaziyette.
Aynı zamanda, negatif reel faizde de rekor üstüne rekor kırılıyor. Son MB verilerine göre TL mevduat sahibinin 1-3 ay vadedeki yeni açılan mevduatlar için aldığı faiz brüt yüzde 8.20. (Ki, bu 15 Mayıs itibariyle. Web sitelerini taradım. Bugün verilen faizler oldukça daha düşük.) Faizlerde brüt konuşmak çok anlamsız. Nete baktığımızda ise bir mudinin yüzde 7 net faiz aldığı görülüyor. Bugün itibariyle yıllık enflasyon oranı ise yüzde 11.3. Yaklaşık yüzde -4.1 gibi bir negatif reel faiz söz konusu. Şimdi birileri diyebilir ki, bugünkü enflasyona değil, 12 aylık enflasyon tahminlerine bakmak lazım. Onlara 2 şey söylenebilir: Birincisi parasını aylık mevduata yatıran biri açısından 12 ay sonrasının değil, o ayın enflasyonu önemlidir. Hatta, hesabı şöyle bile yapabiliriz. Bir mudi mayısta aylık olarak yüzde 0,57 gibi bir net faiz alıyor. Bu ay ki enflasyon yüzde 1,36 olduğuna göre, aylık gerçek getirisi yüzde -0.8. Bunun yıllığı da yüzde -10.0! Diğer nokta ise halihazırda 12 aylık enflasyon beklentileri zaten yüzde 9.2. (Ki, bu beklenti yeni ankette kuşkusuz daha yükselecek.) Bu rakamı dikkate alsak bile reel mevduat faizi yüzde -2.1.
Mevduat faizlerini bıraktık, son günlerde bazı kredi faizleri bile negatife gerilemiş durumda. Peki, bu kadar yüksek negatif reel faiz doğru bir politika mıdır, değil midir? Öncelikle, duruma doğrudan etkilenenler açısından bakmak lazım. Tasarruflarını TL’de tutanlar açısından onları adeta cezalandıran oldukça olumsuz bir durum. Düşük faizden kredi kullananlar (ve yeni 4’lü paketle kullanacak olanlar) açısından ise oldukça müspet bir durum. Bilançolarındaki riskleri kontrol altında tutmak isteyen özel bankalar açısından ise zor bir durum. Hızla hem mevduat, hem kredi tarafında piyasa paylarını kamu bankalarına kaptırmaktalar. Kamu bankaları ise zaten tamamen Hükümetin ekonomi politikaları doğrultusunda hareket etmek durumundalar. (Gerektiğinde devlet, geçen hafta yaptığı gibi, onlara sermaye enjekte edecektir nasıl olsa.)
Makroekonomi açısından baktığımızda ise en önemli sorun “negatif faiz + kredi patla(t)ması” kombinasyonunun yurtdışına fiili döviz çıkışına etkisi. Bunun farkında olarak, Hükümet sermaye hareketlerine yönelik olarak bazı tedbirler almakta. Ancak verilen kredilerin dolaylı da olsa döviz talebini arttırma riski konusunda gene de dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, son 4’lü kredi paketinin yerli üretim yapan firmalara yönlendirilmesi amaçlanıyor. Ancak örneğin inşaat gibi son derece “yerli” sektörlerin bile ithalat ihtiyacı var. (Ör: İthal hurda demir alımı, elektrikli ark ocaklarında veya çimento fabrikalarında kullanılan enerjinin üretimindeki ithal girdi payı vs. Geçenlerde tüm elektrik tüketiminin yüzde 90’ının yerli ve yenilebilir kaynaklardan sağlanmış olması güzel, ancak unutmayalım elektrik tüketimi mayısta yüzde 17 gerilemiş vaziyette.) Bir başka dolaylı döviz çıkışı da menkul değerler üzerinden olmakta. Faizlerin suni olarak düşürülmesi yabancıların hisse senedi ve DİBS satarak çıkmalarını kolaylaştırıyor. (İlk 4.5 aydaki toplam çıkış 10.2 milyar dolar).
Enflasyon konusuna geri dönersek: Kredi paketlerinin enflasyona etki yapmaması imkansız. Üretici son 3 ayda ciddi zararlarla karşı karşıya kaldı. Eline geçen ilk fırsatta bu zararları tazmin etmek isteyecektir. Bunun için de onları kesinlikle suçlayamayız. Sonuçta enflasyonda 2 haneli rakamların altına düşmemiz imkansız gibi. Bu da dünyanın sonu değil. Sadece kendi kendimizi kandırmayalım.