Geçen haftaki yazımda da değindiğim ABD’de enflasyon ve uzun vadeli faizler tartışması artarak devam ediyor. Tahvil faizleri düştüğünde “piyasalar ekonomideki yavaşlamayı, deflasyon riskini ve Fed’in bilançosunu daha da genişletmesini fiyatlıyor” deniyor. Bugünlerde olduğu gibi faizlerde artış meydana geldiğinde ise “piyasalar enflasyon, bütçe açığı ve Fed’in uzun vadeli faizleri kontrol altında tutamaması endişelerini fiyatlıyor” deniyor. Gerçekte yapılan ise bazı eksik analizlere dayanarak piyasalarda hareket yaratmak. ABD’de (veya herhangi bir gelişmiş ekonomide) ekonomik temelleri sarsacak boyutta ve sürede bir enflasyon tehlikesi olmadığı açık. Ciddi ciddi böyle bir durum olasılığı olduğunda Fed’in eli tabii ki armut toplamayacak ve gereken sıkılaştırıcı adımları atacaktır.
Bu tartışmaların altında yatan ideolojik fikir farklılıklarını da yok sayamayız. Fed’in enflasyon konusunda ihtiyatlı olmasını ve bütçe açığı ve borçluluk oranlarının önemini ön plana çıkaran kesim tabii ki daha sağ görüşlü ekonomistler ve Summers, Rogoff ve Blanchard gibi Neo-Keynezyenler. Bunun karşısında ise daha solda ve daha pragmatik Modern Para Teorisyenleri ve Post-Keynezyenler var. Onlara göre canlandırma (stimulus) programlarının daha uzun süre devam etmesi gerekiyor. Oldukça da geçerli sebepleri var: Virüsteki mutasyonlarla birlikte pandemi koşullarının azalarak da olsa oldukça uzun bir süre daha devam etme ihtimalinin artmış olması ve bu süreçte iş ve gelirlerini kaybetmiş olanlara yardımların devam etmesi mecburiyeti. Kısaca bu (bir türlü gelmeyen) enflasyon muhabbetinin yanlış bir piyasa yönlendirmesi olduğunu düşünüyorum. Ancak, nasıl ki dijital paralar Elon Musk gibi birinin attığı (benim kitabımda tamamen manipülasyon sayılabilecek) bir tweet ile durduğu yerde anormal değer kazanabiliyorsa (salt bu hareketler bile dijital paraların bir değer saklama aracı olamayacağını gösteriyor), piyasalarda bu tür yönlendirmelerin reel etkilerinin de olduğunu unutmamak gerekir. Kısaca, enflasyon riski suni bir gündem de olsa, piyasaları etkiliyor.
Türkiye’ye gelirsek: Enflasyon riski bizim için “suni” bir gündem değil, aksine ekonomi politikalarının (şimdilik) merkezine yerleştirilmiş ciddi bir sorun. Merkez Bankası enflasyonla savaşı birinci önceliği haline getirdiği ve buna uygun gerçekçi bir para politikasını devreye soktuğu geçen kasımdan itibaren ve bu yılın ilk 2 ayında da Türk Lirası GOP’lar arasında en iyi performans gösteren para birimi. Doların 7 TL’nin altını görmesi ile birlikte “daha nereye kadar düşer” tartışmaları da gündeme gelmeye başlamış durumda.
Ancak, her şey iyi güzel ama, enflasyonu kontrol altında tutmak amacıyla TL’nin aşırı değerlenmesine izin verilmesi de büyük bir hata olacaktır. Son yıllardaki yanlış politikalar sonucunda paramızdaki değer kaybıyla birlikte ekonomide altta yatan risklerin giderek arttığı ve büyüme hızımızın ortalamada iyice düştüğü bir dönemi yaşadık. Ancak bugünkü kur seviyeleri özellikle cari açığımızı dengelememiz ve çok daha rekabetçi bir kurla ihracat performansımızı (Dünyada hüküm süren şartlar ölçüsünde) geliştirmemiz için de bir fırsat. Bu noktada 2003-2013 döneminde olduğu gibi enflasyonda ucuz kazanımlar sağlamak amacıyla TL’nin aşırı değerlenmesine göz yummak doğru olmayacaktır. (TL’nin hızlı değer kaybının zararlarını zaten yaşadık, bari olası faydalarını da tecrübe edelim.) Uzunca bir süre enflasyonun yüksek seyredeceğini dikkate aldığımızda daha düşük kur seviyelerinin TL’nin bir süre sonra yeniden aşırı değerli seviyelere gelmesine yol açabileceğini unutmayalım.
Belirli bir seviye zikretmeden zaman zaman MB’nın ihalelerle döviz alımı yapması hem kur seviyesini kontrol etme, hem de rezervleri artırma anlamında uygun bir politika olabilir. Enerji KİT’lerine yapılan tanzim döviz satışları zaten sonlandırıldı. Ayrıca reeskont kredileri hacmini artırmak da orta vadede rezervleri artırıcı bir etki yaratacaktır. Döviz rezervi artışı Türkiye’nin makro risklerinin azalmakta olduğunu gösterir. Bu da Türkiye’nin ratinglerini artırıcı ve risk primlerinin azaltıcı bir etki yapar. Böyle bir gelişme, yüksek TL faizlere rağmen, ekonomik aktivitenin canlanmasına da ön ayak olacaktır.