Geçen hafta enflasyona hükümet tarafından koyulan teşhis ve uygulanan maliye politikasını ele almıştık. Bu yazıda para politikası uygulamasını irdeleyeceğiz ve nihayetinde de programın bir buçuk yıllık karnesine bakacağız.
Hükümet enflasyonu talep enflasyonu olarak kabul etmekte. Bunun kaynağı olarak da yüksek sesle dile getirmese de asgari ücretlileri ve emeklileri görmekte. Nitekim ücret ve maaş artışlarında bu iki kesim dışında kalanları kayırdı (örneğin emeklilere seyyanen 8.500 TL ve %25 ek artışı vermedi).
İstatistiklere bakılırsa bu kesimin harcamalarının önemli bir kısmı gıdaya sonra konut ve ulaştırmaya gitmekte. Üstelik bu harcamalarında da sepetinde ki mal sayısı düşük. Örneğin orta direğin altında kalan bu sınıfın kitap, balık, şarap tüketemez, bırakın tatile gitmeyi aynı şehirde farklı bir semte bile gidemez. Bir kadeh içki bile içemez hale gelen halk sahte içki nedeniyle ölüyor. Hükümet olayı aşırı vergi yükü kaynaklı değil, suç olgusu olarak ele alıyor.
Tüm bunlara rağmen hükümet ve emrindeki TCMB homojen para politikası uygulamasına gitti. Yani kredi kartı ile New York’ta alışveriş yapanla marketten çay, peynir alana da aynı faizi uyguladı. Aslında hükümet ve TCMB liberal iktisatçıların kendileri için ifade edilen “rasyonel politikalara dönüldü” söyleminin de gazı ile çok iyi gittiklerini düşünmekteler.
Gelin biz programın 1,5 yılda nasıl bir başarı gösterdiğine bakalım. Bildiğiniz üzere bugünkü AKP hükümeti 4 Haziran 2023’de kuruldu. Biz de karşılaştırmaları bu tarihe göre yapacağız (2002’ye göre yapsak karne sahibi meydana çıkamaz)
Dikkat ederseniz verilerin tümü fiyat değişkeni. Çünkü hükümetin derdi fiyatlarla. Fiyatlar üzerinde egemenlik kurmak için kullandığı birincil para politikası aracı da TCMB politika faiz oranını yüksek tutmak (Para politikası bu kadar basit olsa idi üzerine milyonlarca sayfa yazılmazdı). Biz dönelim verilere. Hükümet bu veriler üzerine yoğunlaşmasına rağmen 1,5 yıllın sonunda istediği noktadan çok uzakta. Üstelik enflasyon oranı yüzde doksanlardan bu düzeye geldi. (Aman karıştırmayın. Enflasyonun düşmesi fiyat düşüşü değildir, fiyat artış hızının düşmesidir).
Bu programın başarılı olmadığı 1,5 yıllık deneyim sonrasında netleşti. Aslında program 5 Nisan 1994 ve 24 Ocak 1980 kararlarının kötü bir kopyasıyla büyük benzerlik taşımakta. Fark o tarihlerde devletin elinde ciddi varlıklar vardı. Fabrikalar, araziler, yollar. Şimdi bunlar kalmadı. Sattılar. Bu arada hafızası berrak olmayan ve çabuk unutan halkımız özelleştirmelerden gelen 70 milyar dolar nerede sorusunu da sormayı bir türlü akıl etmemekte.
Türkiye’de enflasyon üzerinde talep baskısı var. Bu baskı sadece Türk halkından gelmemekte, ülkeye bu yıl 50 milyon turist geldi. Bunlar sadece konaklama fiyatlarını yukarıya çekmiyor, aynı zamanda yedikleri içtikleri ile de fiyatların artmasına neden oluyor. Diğer yandan sayıları tam bilinmeyen göçmenler, mülteciler, sığınmacılarda yaptıkları tüketimle gıdadan, konuta, ulaştırmaya fiyatları artırmakta. Enflasyon üzerinde baskı yaratanların başında bir de devlet gelmekte. Devletin harcamaları artık magazinsel hala geldiği için çok fazla cümle kurmaya gerek yok.
Gelelim kar itişli yani maliyet kaynaklı enflasyona. Türkiye’de hemen her malda aksak rekabet piyasası söz konusu. Bu tür piyasalar fiyatları ve karları yukarı çeker. Özellikle de talep artışının ve belirsizliğin olduğu ekonomilerde. Bu konuyu gelecek sayı açacağım.
Yeni yıla girmememize bir hafta kala 2025 yılının da kolay geçmeyeceğini söyleyebilirim. Hükümette bunun farkında. Bundan dolayı gündemi Suriye ve tarikatlarla (dinci holdinglerle) dolduruyor. Halk da inanıyor. Ne de olsa “İnanç Bilginin Bittiği Yerde Başlar.”
Biz gene de İyi Yıllar dileyelim.
Okuma önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Aralık 2024 sayısı.