Enflasyon bizde çıkarken dünyada düşüyor

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Son alınan tedbirler neticesinde Türkiye’de sene sonunda enflasyonun yüzde 50’lerin üzerine çıkacağı neredeyse tüm analistler tarafından artık kabul edilmiş durumda. Biliyorum “tedbirler neticesinde enflasyonun yükselmesi” oldukça çelişkili bir cümle oldu, ancak gerçek bu. Alınan tedbirler büyük ölçüde kamu gelirlerini artırmaya, diğer bir ifadeyle artık neredeyse kontrolden çıkmak üzere olan bütçe açığını azaltmaya yönelik. Ancak kısa vadede bu vergi artışları ve zamların manşet enflasyon oranlarını artırması da kaçınılmaz.          

Hazine kanadında şu ana kadar yapılanlar pek popüler olmasa da doğru. Hatta daha önce de ifade ettiğim gibi başta akaryakıt olmak üzere vergilerin daha da artırılması gerekiyor. MB ise para politikasında çekingen kalmaya devam ediyor. Geçen haftaki faiz artırımı yine piyasa beklentilerinin altında kaldı. Yüzde 50’lere çıkacak olan enflasyon karşısında yüzde 17.5’lik politika faizi bir anlam ifade etmiyor. Hatta şu bile söylenebilir: Temmuz ayı enflasyonu yapılan 2.5 puanlık faiz artışını fazlasıyla karşılayacak. Öte yandan geçtiğimiz günlerde para politikasına ilişkin bir takım sıkılaştırıcı kararlar da alındı. Örneğin kredi kartı nakit kullanımlarına ve kredili mevduat hesaplarına uygulanan aylık azami faiz oranı yükseltildi. Kredi büyümesine göre menkul kıymet tesisi kapsamında yüzde 3 olan TL ticari krediler için aylık büyüme sınırı yüzde 2.5’e düşürüldü. Ancak büyüme ve istihdam hassasiyeti nedeniyle tüm bu kararların tabir-i caiz ise biraz “light” kararlar olduğunun da altını çizmek gerekiyor.         

Bu bağlamda merak edilen bir konu Hazine’nin ve MB’nin sahip oldukları yetkilerin sınırları. Tabii, ikinci endişe konusu da yerel seçimler nedeniyle yine yüksek oranlı ücret zamları yapılarak ücret-enflasyon sarmalının devam ettirilmesi. (Alım gücü düşen hanehalklarının ücret olarak tazmin edilmesi gerekiyor, ancak kimsenin şüphesi olmasın “enflasyon vergisi” hanehalkları üzerinde daha da büyük bir yük.)            

Bizde durum böyleyken ABD’de geçen sene ortaya çıkan resesyon endişeleri neredeyse ortadan kalkmış durumda. Bu sene şirket kârlılıklarındaki artış ile birlikte borsa endeksleri de yönlerini yukarı çevirdi. S&P 500 endeksi sene başından beri yüzde 20’ye yakın arttı. Ekonomideki bu canlılığa rağmen Haziran enflasyonu yüzde 3’ün altına gerilemiş durumda. Fed’in dün yapmış olduğu (tabii, ben yazarken karar açıklanmamıştı, onun için “dün yapmış olduğunu umduğum” demeliyim) 25 baz puanlık artış belki de sondan bir önceki artış olacak. Piyasalar önümüzdeki aylarda gelecek enflasyona göre Fed’in en fazla bir artış daha yapacağını, sonrasında sene sonuna kadar hareketsiz kalarak faiz indirim sürecine yeni senede başlayacağını düşünüyor. Bu senaryoyu bozabilecek tek durum petrol fiyatlarında son bir aydır görülen artışın hızlanarak devam etmesi olacaktır. Öte yandan, son sekiz ayda doların yüzde 10’a yakın değer kaybetmesine rağmen enflasyonun gerilemiş olması ABD’de enflasyonun nüksetme ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor.

Doların zayıflaması, diğer bir ifadeyle de euro’nun güçlenmesi ise PMI endeksleri de zayıflayan Avro Bölgesi’nin hiç işine gelmiyor. Aşırı değerli bir para birimi, Avro bölgesi ve özellikle ihracata dayalı Alman ekonomisi için önemli bir sorun. (Biz doların değer kaybı ve euro’nun değer kazanımına seviniyorduk ama eğer AB ekonomisi bu yüzden resesyona girerse bizim açımızdan pek de iyi olmaz.) AB’de Haziran ayı enflasyonu yüzde 5.5 ile ABD’nin hayli üzerinde. Bu haftaki 25 baz puanlık artış ise AMB faiz oranını ancak yüzde 3.75'e getirecek. Fed’in aksine sadece fiyat istikrarını koruma yetkisi olan AMB’nin (ekonomiyi soğutmak pahasına) faiz artışlarına bir süre daha devam etmesi gerekebilir.        

Neticede, sene sonu enflasyon beklentileri ABD için yüzde 3.8, AB için ise yüzde 5.6 civarında. Türkiye için ise (piyasa katılımcıları anketine göre) yüzde 44!

Tüm yazılarını göster