Çok şeyi paylaştığım yakın çevrem dışında, farklı vesilelerle karşılaştığım insanlarla iyi ilişkiler içinde olmayı, hal hatır sormayı, yerine göre dertleşebilmeyi önemli bulurum. Pandemi döneminde de dikkat ettim buna, sıkça gittiğim kafelere ve semt marketlerine arada bir uğramayı ihmal etmedim, beğendiğim ürünlerini satın almaya devam ettim.
Pandemi bozamadı aramızdaki bu ilişkileri ama ekonomiyi çıkmaza sürükledikten sonra iktidara yakın olan kesimi memnun etmek için faizleri aklı sıra düşürüp enflasyonu azdıran ve Türk parasını dünyada en çok değer kaybeden para haline getiren yönetim anlayışı öyle bir fiyat anarşisi yarattı ki benim uğradığım yerler de bundan etkilenmeye başladı.
Fiyat anarşisi yaşıyoruz
Ülke parasının hızla değer kaybederek paranın işlevlerini yapamaz hale geldiği bir ortamda her alanda bir fiyat anarşisinin yaşanması ve bundan yararlananlar olması hiç şaşırtıcı değil. Türkiye şu anda bu anarşiyi yaşıyor, herkes sattığı ürüne kafasına göre bir fiyat koyuyor. Panik halindeki tüketici önemsediği bir ürünü bir zam daha yemeden almak için bir yerine iki tane alıyor. Bunu gören dükkan sahibi de ürüne bir zam daha yapıyor.
Bu işi hiç sıkılmadan, güle oynaya yapanlarla aram açılacak bu gidişle çünkü artık onlarla aynı gemide olmadığımı hissetmeye başladım. Dükkan sahiplerinin hergün fiyat artırma özgürlüğü varsa benim de bunu anlaki bir sorun addedip onlardan uzaklaşma özgürlüğüm var her halde.
Erdoğan’ın planı
Türkiye’de iktidarın ekonomiyi seçim kazanmak için bir araç olarak kullanmak istemesi bizi bu noktaya getirdi. Türk lirasının aşırı değer kaybının yarattığı fiyat anarşisinin borç-alacak ilişkilerini, gayrimenkul ve otomotiv piyasalarını ve borsayı da etkilediğini ve ülkeyi ahlaki bir çöküşe doğru götürdüğünü görüyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın planı her şeyi göze alarak ve her kesime bir şeyler dağıtarak ekonomideki canlılık görüntüsünü önümüzdeki seçime kadar korumak. Türkiye’nin yarım yüzyıllık enflasyon hikayesi de ne yazık ki hep böyle maceralarla dolu. Toplumun enflasyona karşı tepkisinin yetersiz kalması bu oyunun kriz noktasına kadar sürmesine olanak tanıyor.
Batı’daki enflasyon paniği
Türkiye bir kez daha enflasyonu ciddiye almamanın ve Türk Lirasını rezil etmenin çok boyutlu bedelini ödemeye hazırlanırken Batı’nın gelişmiş ülkelerinde ise bir enflasyon paniği yaşanıyor. Alarm veren enflasyonu frenlemek için ciddi faiz artırımına gitmek zorunda kalan ABD Merkez Bankası’nı (Fed) Avrupa Merkez Bankası (ECB) de izledi. Fed’in 21 Eylül toplantısından sonra faiz konusunda yapacağı açıklama da merakla bekleniyor.
Batı toplumları başını alıp giden enflasyonun ekonomik, toplumsal ve siyasi maliyeti konusunda yaşadıkları acılı deneylerden sonra enflasyondaki yükselişleri çok önemsiyor ve hemen önlem alma telaşına kapılıyor. Batı’da paniğe yol açan yıllık enflasyon bizim aylık enflasyona rakip olabilecek bir enfasyon, yıllık enflasyonun yüzde 3’ün üzerine çıkması bu paniğin başlamasına yol açabiliyor. Enflasyonu bünyeden atabilmek için faizleri yükseltmenin ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyeceği biliniyor ama şimdi ABD örneğinde görüldüğü gibi, bu bedel göze alınıyor. Önümüzdeki kasım ayında ABD’de Kongre’deki dengeleri etkileyebilecek bir ara seçim var ama Fed faizleri yükseltmekten geri durmuyor.
Keynes’ten alınan ders
Ekonomi tarihine damga vurmuş olan ekonomislerden John Maynard Keynes yıllar önce şöyle demiş: “Bir ülkenin ve toplumun düzenini bozmak ve temellerini sarsmak istiyorsanız ilk yapmanız gereken şey ülke parasını değersiz hale getirmek olmalıdır.”
Batılı ülkeler yüksek enflasyonla yaşamanın ve ülke parasını rezil etmenin ağır bedelini çok iyi bildikleri için bunu önleyecek adımları hemen atıyorlar. Türkiye’nin ise çok kötü bir karnesi var enflasyon konusunda. Son yarım yüzyılda yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi’in (AKP) ilk iktidar döneminde tek haneli rakamlara indirilebildi yıllık enflasyon Türkiye’de. Aynı partinin aynı liderin öncülüğünde Türkiye’yi dünyanın enflasyon şampiyonları arasına sokmuş olması ise tarihin bir cilvesi her halde.