Geçmişte “olsa iyi olur” gözüyle bakılan sürdürülebilirliğin, günümüzde artık tüm toplum için “olmazsa olmaz” bir hale geldiğini söyleyebiliriz. Sanayi Devrimi'nden bu yana, dünyadaki çoğu ülkenin enerji tüketiminde en büyük payı fosil yakıtlar aldı. Küresel sera gazı emisyonlarının dörtte üçü, enerji için fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanıyor. Bunun küresel iklim ve insan sağlığı için önemli etkileri mevcut. Fosil yakıtlar, her yıl en az 5 milyon kişinin erken ölümüne yol açtığı tahmin edilen büyük miktarda hava kirliliğine sebep oluyor. İklim değişikliğinin tetiklediği afetlerin artması da artık sürdürülebilir bir dünya yaratmak için gereken çabaların hızlanmasının önünü açtı. Bu kapsamda bazı adımlar atıldı. Kasım ayında gerçekleşen İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP26) kömürün kademeli olarak azaltılması kararı alındı. Değişim gerektiğini gören Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat adı altında yeni nesil bir büyüme stratejisi ortaya koydu. Türkiye de bu değişim ve dönüşümden yoğun olarak etkilenecek. Paris Anlaşması’nın onaylanması da bizim emisyon azaltma amacımızı bir adım öteye taşıdığımızı gösteriyor.
TÜİK istatistiklerine göre 2019 yılında Türkiye’de gerçekleşen karbondioksit emisyonlarının %87.4’ü elektrik ve ısı üretimi dahil olmak üzere enerji sektöründen kaynaklandı. Bu da aslında bize enerji dönüşümünün ne kadar önemli ve acil olduğunu gösteriyor. Avrupa’da hali hazırda yaşanmakta olan enerji krizi de aslında yenilenebilir enerjinin bir alternatif olmaktan daha ziyade, gelecek için tek yol olduğunu gözler önüne seriyor. Türkiye’nin önünde Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Paris İklim Anlaşması gibi iki kritik konu olduğunu belirtmiştim. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın en önemli uygulamalarından biri olması beklenen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasıyla AB artık ithal ettiği ürünlerin karbon ayak izini takip edecek. Karbon ayak izi insanların üretim ve tüketim faaliyetleri esnasında doğaya saldığı sera gazı miktarı olarak ifade ediliyor. Bireysel faaliyetlerimizle karbon ayak izi bıraktığımız gibi, sanayi üretimi de karbon ayak izine sebep oluyor. Avrupa’ya göndereceğimiz ürünlerin karbon ayak izini hesaplamamızı gerektirecek olan bu uygulama, karbon emisyonumuzu azaltmak zorunda olduğumuz anlamına da geliyor. Aksi takdirde ek vergi yükümlülükleri ile karşı karşıya kalacağız. Bunun dışında, Paris Anlaşması hedeflerinin yerine getirilmesi ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılması için de karbon azaltımı yapılması elzem.
İklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarının en büyük sebebiyse enerji elde etmek için fosil yakıtların kullanılması. Bu nedenle sürdürülebilirliği konuşurken yapacağımız ilk şeylerden biri hatta belki en önemlisi enerji dönüşümünü konuşmak olmalı. Yenilenebilir enerji, önümüzdeki on yıllarda enerji sistemlerimizin karbondan arındırılmasında kilit bir rol oynayacak.
Gelişen ve büyüyen bir ülke olarak enerji talebimiz her geçen gün artıyor. Türkiye’nin önünde yenilenebilir enerjiye yönelimi zorlayan birçok sebep var. Türkiye fosil yakıt kaynaklarının sınırlı olduğu bir ülke. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere ithal enerjiye bağımlı. Enerjimizin yaklaşık %65’ini ithal ediyoruz ve küresel anlamda artan maliyetler ekonomimiz üzerine bir yük olarak geliyor. Ülkemizde son yıllarda yenilenebilir enerji projeleri hızla artıyor.
Görünen o ki, artık hayatımızı yenilenebilir enerji çevresinde yeniden düzenleyeceğiz. Ulaşımda elektrikli araçların önem kazanması, şehirlerin bu kapsamda yeniden yapılanması, kullanılan enerjinin verimliliği gündemimizin önemli başlıkları olarak öne çıkacak. Türkiye’de kurulu kapasitenin %53’ü yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanıyor. Ülkemizin imkanlarından ötürü bunu %100’e tamamlamak uzak bir olasılık değil. Yenilenebilir enerji kaynakları güneş, rüzgâr, jeotermal, biyoenerji, hidroelektrikle dalga ve akıntılar olmak üzere 6’ya ayrılıyor. Türkiye özellikle güneş ve rüzgâr enerjisinde oldukça büyük potansiyele sahip. Antalya’da gerçekleştirilen Dünya Enerjisi Kongresi’nde konuşan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Fatih Dönmez de yerli kaynak kullanımının enerji yönetiminde oldukça önemli bir konu olduğunu belirterek, enerjide milli bağımsızlık hedefine vurgu yaptı. Rüzgâr ve güneş enerjisinin yaygınlaştırılması hedefinin de altını çizdi. Güneş enerjisi sadece elektrik üretimi için değil ayrıca ısı üretimi için de kullanılabiliyor. Ülkemizin bu alandaki potansiyelini değerlendirmeliyiz. Bu sayede enerjide dışa bağımlılığımızı azaltıp kendi enerjimizi üretebiliyor olmak ekonomimize büyük katkı sağlayacak.
Enerjinin büyük bir kısmını da sanayi üretiminde kullanıyoruz. Bu nedenle üretim aşamasında kullanılan enerjinin dönüşümü öncelikli hedefimiz olmalı. Sanayi sektöründe yer alan firmalarımızın enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çatıda veya arazide güneş enerjisi sistemi kurulması, güneş kiremitleri vasıtasıyla elektrik üretilmesi, cephe malzemeleriyle güneş hücrelerinin birleştirilmesi yoluyla cepheden elektrik üretilmesi vb. birçok seçenek söz konusu.
Yenilenebilir enerji artık bir alternatif olmaktan çıkıp bir zorunluluk haline gelmeye başladı diyebiliriz. Yenilenebilir enerjinin, ithal enerji bağımlılığımızı azaltmanın yanında yeni iş alanları yaratarak istihdama katkı sağlayabilir. İhracatta mevcut pazarlarımızı ve rekabetçiliğimizi korumak için yenilenebilir enerjiye ağırlık vermek önümüzdeki günler için ülkemizin uluslararası arenada konumunu güçlendirecektir.