Türkiye enerji sektöründe 2001 sonrası başlayan liberalizasyon fırtınası, 2013 yılında elektrik dağıtım hizmetlerinin özelleştirilmesiyle birlikte yeni bir aşamaya gelmişti. Çünkü o tarihten itibaren elektrik mal ve hizmet üretim ve ticareti ile uğraşan ekonomi aktörleri açtısından sabit fiyatlı bir kamu hizmeti olmaktan çıkma yoluna girmişti. Belirli miktarın üzerinde elektrik tüketen söz konusu aktörlere devlet sabit bir fiyat tarifesi sunmak yerine onları piyasadan tarifenin altında fiyatlardan elektrik almaya yönlendirmeye başlamıştı. Gelgelelim takvimler 2017 yılını gösterdiğinde bu iş baş ağrıtmaya başlamıştı. Çünkü getirilen yeni sistemin gereği elektrik fiyatları maliyet bazlı oluşmalıydı ama maliyetler düşmek bir yana, tüketim talebindeki artışın da etkisiyle yükseliyordu. Bu da serbest piyasadan elektrik alacakların da gösterge olarak kullandıkları tarifelerde yapılması gereken artışları zorunlu kılıyordu. Tabii bir diğer gösterge olan ve piyasa takas fiyatı (PTF) olarak bilinen “... spot elektrik fiyatlarındaki yükseliş de bir türlü önlenemiyordu.” Ancak sadece belirli dönemlerde spot fiyata tavan getirildiği oluyordu.
İşte 2017 yılına gelindiğinde maliyetler, fiyata tavan koyularak atlatılabilir olmanın ötesine geçmeye başladı. Ancak olaya ekonomi yönetimi açısından bakıldığında fiyatların artmaması gerekiyordu. Çünkü bir ampul yakanından, devasa tesisleri çalıştıranına kadar ülkedeki herkesin tükettiği enerji ürenlerinin fiyatların siyasi tercihleri etkilemesi kaçınılmazdı. O halde ne yapılmalıydı?
Önce elektrik üreticilerine ödenen fiyatları aşağı çekmenin yolları arandı. Bir dönem (hatta hala) Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılıktan kurtuluşunun formülü olarak gösterilen yenilenebilir enerji kaynaklarını destekleme mekanizması kapsamında yatırım yapmış girişimcilere verilmiş teşviklerin süresi bitmeden geri alınması bile tartışılır olmuştu. Hatta sistem kullanım bedelleri 10 kata varacak şekilde arttırılarak kısmen yapıldı da aslında bu. Ancak, kimi girişimcilere ağır darbe vursa da genel olarak yıkıcı bir etkisi olmadığı söylenebilir. Ardından elektrik üreticilerinin gelirlerini düşürecek başka adımlar atılmasına çalışıldı ama yine de işler rayından çıkmadı. 2021 yılından itibaren tüm dünyada kömür ve doğalgaz fiyatlarında yaşanan sert yükselişler ise elektrik fiyatlarını baskı altında tutmayı daha da zorlaştırdı. Yine de enerji yönetimi fiyatları sınırlayacak belirli önlemler mekanizmalar ortaya koymaya mecbur hissetti kendini. Türkiye’de faizler uzun süre bastı altında tutuldu. Hatta piyasa aktörleri tersini savunsa da faizler aşağı çekildi. Ancak son kabinenin göreve başlamasıyla bu anlayış bir kenara bırakıldı, gösterge faizler arttırıldı. Peki elektrik sektöründe de maliyet bazlı fiyatlama ve fiyatların dalgalanmaya bırakılması anlayışına dönülür mü? Bu hafta, elektrikte gösterge kabul edilen PTF’ye getirilen üst sınır bir miktar yukarı çekildi. Bunu bir anlayış değişikliğinin ya da yeni dönem anlayışına uyumun bir işareti saymak mümkün mü? Tek başına bu karar bir gösterge sayılmaz. Bakalım gelecek günler ne gösterecek.