En önemli girdinin “dinamik bakış açısı” olduğunu kavramak

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Kuruluş ve kurumların yaşamında 10, 50 ve 100'üncü yılın özel önemli olduğunu düşünenlere katılanlardanım. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasını sağlayan TBMM’nin kuruluş tarihi 23 Nisan 1920’nin üzerinden tamı tamına 102 yıl, milli bayram olarak kutlanmasının üzerinden ise 101 yıl geçti.

Ülkemizde Cumhuriyet Yönetimi’nin kuruluşunun 10. yılının heyecanını bugün bile hissettiğimiz olgular vardır. Gelecek yıl Cumhuriyet Yönetimi’nin 100. yılını kutlayacağız. Bir 100 yılı geride bırakırken iyi yönlerimizi pekiştiren, eksiklerimizi eleyen sorgulamalar yapmanın anlamını, önemini ve değerini hatırlatmak bile fazladan bir çaba…

Cumhuriyet’in 100 yıllık birikimini nasıl değerlendirdiğimiz üzerine düşünürken, birey ve toplumların gelişmesinin altın kuralını unutmayalım: Sağlıklı bir gelişme, tutarlı bir ilerleme, etkili bir refah yaratmak için birikimlerimizin sağlam, bilincimizin yüksek, bakış açımızın tutarlı, buluşlarımızın yeterli, beklentilerimiz dengeli, ürettiğimiz bereketin de geleceği güven altına alacak bollukta olmasına bağlıdır.

Özellikle de ihtiyaçların sonsuzluğu, olanakların sınırlı olması dikkate alındığında “etkin koordinasyon becerisi” hayati öneme sahip bir yetkinlik olarak karşımıza çıkar. Etkin koordinasyon yapabilmenin “gerek şartı” da “bakış açısının tutarlı” olmasına bağlıdır. Bakış açısının tutarlı olabilmesi öncelikle “hangi ihtiyaca” yönelik olduğu, hangi “verilere” erişilerek belirlendiği, “zamanın koşullarını” ne ölçüde dikkate aldığı, hangi düzeydeki “entegre analiz” ilkelerine özen gösterdiği gibi ölçülere uyma özeni gerektirir.

Bugün dünyamızın önemli sorunlarından biri, bilim ve teknolojinin sonsuz büyük olan ile sonsuz küçük olana erişilebilirliğin hızla artmasıdır. Değişmelerin doğrusal değil, üstel büyümesi, ayrıntıda saklanan Şeytan’ın saklanacak yerinin giderek daralması, değişim ve dönüşümlerin doğrusal değil üstel büyümesi tam anlamıyla “karmaşa ve belirsizlik” ortamı yaratmaktadır. Bugün iş dünyası içinde yer alan bütün aktörlerin en önemli sorunu, “karmaşayı kavramaya dönüştürebilme” sorunudur; karmaşayı kavrayarak doğru yönde, gerekli hızda ilerleyebilmemiz için de “dinamik bakış açısı” gerekmektedir. Dinamik bakış açısıyla olay ve olgularla ilgili öngörme ve önlem alma, gözetim ve denetim disiplini uygulama başarılı olmanın olmazsa olmazıdır.

Teşvik sistemi taleplerini gözden geçirelim

Dinamik bakış açısıyla sorgularsak, ülkemizde “koruma ve geliştirme amaçlı teşvik” sisteminin bir türlü yerli yerine oturtulamadığını saptarız. Teşvik sistemiyle ilgili bir dizi sayısal saptamayı alt alta dizerek anlatım yapanlara Sanne Blauw’un “Tarafgir Sayılar” adlı kitabını Alef Yayınlarında Çiçek Öztek’in çevirisinden okumalarını öneririm. Rhene Thom’un “Sayılara abanma entelektüel korkaklıktır” tanımlaması üzerine bir kez daha düşünmelerini, Jack Welch’in sayılar konusundaki uygulamalı birikimlerine dönüp bakmalarının yararlı olacağını söylemek isterim.

Yönetim kalitesini “seçme kaliteniz” belirler. Her seçme bir şeylerden vazgeçmektir. Teşvik Sistemi de ülke için, insanlar için gerekli olanı öne çıkaran, daha az gerekli olanlarını arka plana iten bir seçim işidir.

Her seçim bir “öngörme” çabası gerektirir; öngördüğünüz eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehlikeleri dikkate alan, elinizin menzilindeki “olanak ve kısıtlar” ile dengeler kuran bir dizi bilgi, koordinasyon ve odaklanmış eylemidir. Bütün bu eylemleri yönlendiren de bakış açımızdır. Bakış açımız, özellikle teşvik sistemleri söz konu olduğunda, öngörme disiplini, öncelik belirleme özeni, uygulama kararlılığı, geribildirimle ölçüm yaparak düşündüklerimiz ile yarattığımız sonuçlar arasındaki deneysel mesafeleri izleme ve gözleme yetkinliği yanında, sapmaları değerlendirerek ayar yapma ustalığı gibi bileşenlerin bütününden oluşan kapsayıcılık gerektirir.

Verilecek bir teşvik belgesinin söz konusu üretim alanında dünya genelindeki eğilimlerinin derinliğine farkında olan bir uzmanlık ilk adımdır. Yatırım ihtiyacının giderek küreselleşen “talep gelişmelerinin” neresinde durduğunu sorgulamadan, öğrenmeden ve bilmeden verilen teşviklerin tüy bitmemiş yetimin hakkını israf etmek olacağının farkında olmak gerekir.

Teşvik sistemi kurgulanırken, seçimler yapılıp öncelikler belirlenirken küresel ölçekteki eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini yakından gözleyen uzmanlık da, yaygın ölçütüyle en az on bin saat bu konu üzerinde çalışmış olmaya bağlıdır. İdari ve iradi kararla “uzman kadrosu” belirlemek, kadroya atanacak kişinin gerçek uzman olabilmesinin ölçüsü de değildir; garantisi de… Teşvik belgesi verilirken sektörle ilgili küresel ölçekte entegre analiz yapacak birikime, bilince, bakışa, buluşa sahip uzman kadrolar olmaksızın kaynakların ekin yönetilebileceğini sanmak yanıltıcıdır. Bu açıdan bakılınca, teşvik sistemini yapılandırırken; yapının içine hayat katacak olan uzmanlık sorununun kapsayıcı biçimde ele alınması gerekir.

Teşvik sisteminin işlevselliğinin bir başka boyutu, verilen teşviklerin sistemin “koruma ve geliştirme” özüne uygunluğunun izlenmesi, gözlenmesi ve denetlenmesidir. Geribildirimlerle ölçülmeyen, sayılmayan, sağlıklı veriye dönüştürülmeyen uygulamaları kaçınılmaz biçimde israfa yönelir… Ülkemizde mekan-odaklı teşviklerle bölgesel gelişme farklarının azaltılacağı varsayımına dayalı bakış açısının yarattığı kaynak israfını sorgulamalıyız. Sorgulamanın temel amacı, geçmişte yapılan yanlışlardan ders çıkarmak, geleceği inşa ederken gerekli birikime sahip olmak olmalıdır. Literatürde buna “yaratıcı yüzleşme özgüveni” deniyor. Teşvik sistemimizin bütün ayrıntılarıyla ilgili yaratıcı yüzleşme özgüveniyle yapılacak sorgulamayı öğrenmenin gereği olarak algılayan bir bakış gerekmektedir.

Bu noktada, yazıda paylaşmak istediğimiz “merkez düşünceye” odaklanmalıyız… Köy, ilçe, il bazında teşvik taleplerinin sorgulanması. Bu konu bazıları için minimal bir sorun gibi değerlendirilebilir. Bizim birim saha gözlemlerinden beslenen birikimimiz ve bakış açımız tam tersini söylüyor: Mekan odaklı teşvik, iyi analiz edilmemiş duygusal ihtiyaçları öne çıkaran ve resmi olmayan örgütlenmelerin yarattığı güçle yanlış kaynak tahsisine zemin oluşturmaktır.

Havza ölçekli ve proje odaklı teşvik sistemine geçilmeli

Ülkemizde teşvik sisteminde mekan-odaklı bakışın yaratılmak istenen sonuca bizi götürmediğini söylemek için tablolar dolusu rakamı kutsal şal haline getirmeye gerek yok. Eksikliklerin, yanlışların ve kötülüklerin asla çıplak gelmediklerini, üzerlerine kutsal şallar örttüklerini bilmeliyiz. Bu kutsal şallar kimi zaman “iyi niyetli cehaletten” bazen de “art niyetli ihanetten” kaynaklanabilir… Her ikisi de kaynak israf eder; maddi ve kültürel zenginlik üreterek insanların yaşamını kolaylaştıran, refahını artıran gelişmeleri engeller.

Kalkınma bir seçim yapmaksa, her seçim öncelikler belirleyerek bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektiriyorsa, teşvik taleplerinde köy, il, ilçe bazlı taleplerden vazgeçerek; havza bütününde öncelikleri belirlenmiş ve sinerjik etki yaratan stratejik öncelikler üzerinde odaklanmalıyız.

Entegre analizlerle belirlenmeyen teşvik talepleri yöresel insanların duygularını okşamaktadır. Herkesin kendi yakın çevresinin desteklenmesini talep etmesi doğaldır; ama kolektif aklın önemi de tam böylesi bir durumda ortaya çıkar. Kolektif akıl, ihtiyaç ile imkan arasında denge kurmak için varsa anlamlıdır.

Ülkemizde kayıt dışı uygulamalardan beslenen, kurumların işleyişini aksatan, kapsayıcı kurumlar yerine asalak etkiler yaratan paralel yapılar oluşumunu besleyen informel oluşumların ölçüye dayanmayan taleplerinin bir “norm” haline gelmesi, teşvik sistemini saptıran önemli bir oluşumdur.

Mekan öncelikli teşvik sistemi bir de siyasi güç kullanılarak ilçe ve il düzeyine indirilince informel yapıların oluşturduğu paralel güçler siyaset ve bürokrasi üzerine baskı kurarak, stratejik öncelik yerine yerel-rant öncelikli kaynak tahsisine yol açabiliyor. Teşvik sistemimizin son yarım yüzyıllık uygulamalarının kapsamlı bir sorgulanmasının yapılması, gelecekle ilgili düzenlemeler için ciddi ve anlamlı bir birikim oluşturabilir.

Köy, ilçe ve il bazında teşviklerin kasaba kültürünün yakın çevreler arasındaki önyargılı sürtüşmeyi ve ayrışmayı besleyen etkilerini de dikkate almak gerekir… Kasaba kültürünün tipik göstergesi olan yerleşim yerleri arasındaki çekişme yerine havzanın zenginliğini artıracak teşvikleri talep etme bilincinin yaratılmasına çalışılmalıyız.

Ne yapmalıyız?

Teşvik sistemimizde tarih bilinci yaratmalıyız: Geçmişi analiz ederek, daha sağlıklı gelecek inşa etmenin kararlarına alabilecek “teşvik sistemi hafızası” oluşturmalıyız.

Teşvik sistemini, kimliklerimizi bulunduğumuz yer, ait olduğumuz topluluk gibi “kim olduğumuz” üzerine kuran “asalak etkileri” yüksek olan alandan; “ne yaptığımız” üzerine kuran, mesleki yetkinlik ve üretim becerisine yönelten öze sahip olacak şekilde düzenlemeliyiz.

Teşvik sistemimizi çağımızı yönlendiren bağlantı, iletişim-etkileşim ve işbirliklerine dayalı verimlilikler üzerine kuracak bir yeniden yapılandırmaya tabii tutmalıyız. Teşvik sistemlerimizde izinlerin verilmesi, uygulamaların izlenmesi ve gözlenmesi aşamalarında gözetim ve denetim disiplinini ödünsüz uygulayabilen, yurttaş nezdinde “rasyonel otorite” olabilen bir “uzmanlık alanı” haline getirmeliyiz.

Teşvik sistemini, “saha gözlemleri” üzerine kurulu, uygun yöntemlerle hazırlanmış “dinamik envanterlere” dayandırmalı, özellikle “veri güveni” sorununu çözen bir anlayışla yeniden yapılandırmalıyız.

Zihin modellerimizin varsayımlarını sorgulamak

Darwin’in saptamasını hatırlayalım: “Canlıların uzun ömürlü olanları, en güçlüleri olmadığı gibi, en akıllıları da değildir; uyum yetenekleri güçlü olanlardır!”

Teşvik sistemleri üretim gücünün “korunması ve geliştirilmesinin” araçlarıdır. Teşvik sistemlerimizi maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmanın araçları haline getirebiliriz. O zaman aşağıdaki 7 adımı atmalıyız:

1- Varsayımlarımızı sorgulamalı, değişim ve dönüşümü kavramalıyız: Değişmelere uyumun yolu, zihni modellerimizin varsayımlarını sorgulamaktan geçer… Sabitlenmiş, ezbere dönüşmüş varsayımlarla yüzleşme özgüveni, gelişmemizin yönünü açar.

2- Önyargılarımızla başa çıkmasını bilmeliyiz: Kaynaklarımızı etkin kullanmak için önyargılarımızın, yerleşik doğrularımızın, kalıp düşüncelerimizin, kör inançlarımızın ve ezberlerimizin yarattığı kaynak israfı hakkında bilgiye dayalı fikrimiz olmalı… Önyargılarımızla başa çıkmak, kendi Şeytanımızla baş etmektir. Kendi içimize yaptığımız yolculuk, eve boş dönülmeyen tek yolculuktur.

3- Tabu ve taassup tuzaklarından uzak durmalıyız: Tabu ve taassup konforu gelişmenin önündeki zihni engellerden biridir. Tabularımızı “doğru” sanmak bir “alışkanlık afyonudur”. Gelişmek, geleceğimizi güven altına alacak birikim yeteneği geliştirmek istiyorsak, işleri aksatan tabu ve taassup tuzaklarını sorgulamamız gerekir.

4- Öğrenmenin kesintisizliğini kavramalıyız: Öğrenme dinamik bir olgudur. Öğrenmenin sonu yoktur. Her koşulda öğrenmeliyiz. “Düşmanını öğretmen yapmayı” bilmeli, dostlarımızın birikimlerinden yararlanmalıyız ki, bilgeliğin üretkenliğinden yararlanalım. Çevremizde olup biten her şey bir öğrenme fırsatıdır.

5- Sistemi kavramalı ve boşluklarını anlamalıyız: Sosyal varlık olan insan, başkalarıyla ilişkilerini ayarlamak zorundadır. Sosyal mesafe ayarları bireysel yaşamımızın kalitesini belirlediği gibi, sistemin parçalarını ve bütününü kavramak da üretim gücünü belirler; yaşamımızı derinden etkiler. Sağlam bir sistem bilgisi olmadan, etkili bir yaşam kalitesi ve gelecek güveni kurulamaz.

6- Sistemin vasatlık üreten tuzaklarından uzak durmalıyız: Her sistem koruma ve geliştirmeyi besleyeceği gibi, gelişmenin önünü tıkayan asalak unsurlara da sahiptir. Sistemin vasatlıktan beslenen tutucu özelliklerine kafa yormadan etkili bir gelişme yaratamayız.

7- Aklımızı emanet etmekten sakınmalıyız: Dengeli kuşku, gelişmenin dinamiğidir. Aklımızı bir şeye emanet etmek, sorgulamaktan bizi uzaklaştırır… O zaman insani özne olmaktan çıkar, nesne oluruz.

Tüm yazılarını göster