Her yıl düşünce kuruluşları ve medya yılın kelimelerini açıklar. Bize yabancı kelime ve kavramlar birden “trend topic” olur, her yerde kullanırız çok da uyuşurmuş gibi halimizle… Yeniyi böyle kucaklarız biz. “Beyin çürümesi” örneğin. Bu yılın öne çıkan ilk kavramı… Biz aldık ve kullanıyoruz.
Madem yıl sonu, ben de hudutsuz bir özgüvenle kervana katılıyorum. Yılın kavramlarını derledim sizler için. Tabii ki bir referans kaynağım var; Prof. Dr. Nevzat Saygılıoğlu. Bu yazıyı okuyana kadar kendisinin bundan haberi yok, ama tüm bilgileri o derledi, ben paketledim.
Bu yazıda beyin çürüten değil beyni açmasını umduğum kavramlar üzerinde seken bir yaklaşım bulacaksınız. Kendi medyamda (Blog-Youtube- Spotify) beklerim.
Saygılıoğlu, Maliye Bakanlığı hesap uzmanlığı kökenli, hukuk ve mesleki altyapısı sağlam bir ekolden geliyor. “Multitask” biri. Bu da popüler kavramlardan biridir. Genel itibarıyla Türkiye’ye uğramamıştır. Ama aynı anda çok işi ve gelişimi hayatına sığdıran değerli kişiler bu ülkede yaşamaktadır. Saygılıoğlu, kritik bakanlıklarda memur olarak başlayan kariyerini akademik çalışmalarıyla birlikte yürütmüş, yıllar içinde hikayesini genel müdürlükler ve müsteşarlıklarla taçlandırmış… Kendisini, düşünme-yazma eylemcisi diye özetlemek istiyorum. Biyografisini meraklılarına yazının sonuna bırakıyorum.
Yeni yayınlanan kitabı “Ekonomi Üzerine 500 Yazı” elime geçtiğinde ilk reaksiyonum “tuğladan ağır” oldu. Kendisine söylemedim. Karıştırınca, içindeki 2014-2024 arası 500 makaleyi “ibretlik referans kitabı” dedim ve söyleşi talep ettim. “İbretlik” benden, “referans kitabı” tanımlaması Nevzat Saygılıoğlu’ndan. İkinci versiyon geliyormuş formatını bile kurgulamış.
İlk 500 tane yazıda… kendinizi ne kadar tekrar etmek zorunda kalmışsınız, sizin işiniz matematik, söyleyin karnemiz nedir? Sorusuyla başladık sohbete…
“…Tekrarların başında her yıl önümüze gelen bütçeler var. Ben de hem Maliye hem Hazine Müsteşarlığı tarafında üst düzey görevler üstlenmiş biri olarak baktım. Unutmamak gerekir ki, 5 Nisan kararlarının içindeydim. 24 Ocak kararlarında görev aldım. Mutfağında yer alan biri olarak farklı şey görüyorsunuz. Turizmde, dış ticarette, gümrükte görev yaptım. 20 yıldır yönetim kurulu üyelikleriyle inşaat, turizm, enerji, sanayi... özel sektörün içindeyim.
Hesap uzmanları kuruluna girdiğimizde (50 yıl geçmiş unutmam) muavin olarak sınavı kazanan ekibi dönemin başkanı rahmetli Adnan Barlas kabul etti, dayak attı resmen, sert ve net bir şekilde bizi kutladı. “Beyler bu kurula odun girmez, kazara girerse adam çıkar.” dedi. Maliye disiplini ya olur ya olmaz. Bu işin yarımı yoktur. Şu andaki hükümetin en büyük sorunu da bu.
Sordum; “…Siz zahmet etmeyin ben söylerim dedim, yarım hamilelik, öyle mi?” Sohbetin bu kısmı şöyle sürdü;
“Bir defa işin sosyolojisi var. En çok ihmal ettiğimiz tarafı. Gerçekten bir de pedagojide bir kural var. Tekrar öğrenmeyi artırır. Ben özellikle bu tekrarlarla bir şeyler ortaya koymaya çalışıyorum. Ama şu da var. Neydi ne oldu? Niye oldu? Ne olmalı? Bakmakla görmek arasında farkı anlayanlar için çok rahat. İddialı olmamaya çalışıyorum.”
“…Bazı kavramlar beni çok rahatsız eder. Kurumsallaşma, sürdürülebilirlik, verimlilik. Mesela verimlilikle ilgili bir şey düşünüyoruz. Kamuda verimlilik. 2-3 defa teşebbüs ettik camiamız olarak. Ama giremiyoruz. Sonuç alamıyoruz. Sürdürülebilirlik sağı solu belli olmayan bir kavram, ne tarafa çekersen çek. Şirketlerdeki en büyük sorun kurumsallaşma ya da kurumsallaşamama. Bakın iki çelişkiyi bir arada ifade ediyorum. Bunların önemli olan içselleştirilmesi. Sorunumuz. O'dur.
Biz ülke-toplum olarak hızlı düşünen, hızlı hareket eden, hızlı sonuç almaya çalışan, kıvamı beklemeyen bir toplumuz. Bana “çok sert konuşuyorsunuz, dikkat edin”, diyorlar... Neye dikkat edeyim, anlamıyorum. Yanlış bir şey mi söylüyorum? Bir şey ya vardır ya yoktur, olmadığı ortada.
Rahmetli Şükrü Kızılot Gazi Üniversitesi bölüm başkanıydı, ders vermemi vergi anlatmamı isterdi. “Olmayan şey anlatılmaz. Yok. Vergi yapısı yok. Vergi düzeni yok. Neyini anlatayım ben?” derdim. Hala o noktadayız. Bu hükümet döneminde çarpıklık netleşti. Daha öncesinde daha mı iyiydi? Hayır, kötüydü. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarının Kurtuluş Savaşı sonrası heyecanı Atatürk döneminin liderliği ayrı.”
Atılım Üniversitesi'nde Uluslararası Ticaret ve Lojistik bölümünde ders veriyorum, bölüm başkanıyım. Bu altyapı beni cezbetti. İnterdisiplin dediniz, o kelime olağanüstü önemli ve anlamlı. Son yılların bütün ekonomi ödüllüleri ekonomistlere değil, sosyologlara veriliyor neredeyse. Bizim dönemimizin lisans eğitiminde maliye politikalarıyla para politikaları iki ayrı dünyaydı. Para politikaları kısa vadeli sonuçlar yaratır. Merkez Bankası'nın konusudur. Maliye politikaları bütçe başta olmak üzere Maliye Bakanlığı'nın konusudur. 2008’de Amerika'daki mortgage krizinden sonra bütün dünya para ve maliye politikalarını eş güdümle yürütüyor. Bizde de Merkez Bankası Başkanı sürekli bu ihtiyacı dile getiriyor. Ama maliyenin dominant yapısı sonucu yaratmıyor. Dolayısıyla hükümetin enflasyonla mücadele politikasında başarı beklemek sadece hayal. Keşke ben yanılsam. Dolayısıyla interdisipliner bir olay. İktisatla hukuk ayrı olabilir mi? Sosyolojiyle ekonomi ayrı olabilir mi? Matematikle ekonomi ayrı olabilir mi?
Güven konusunu dile getirmek isterim, siz de bu konuyu önemsiyorsunuz şüphesiz. Ne anlama geliyor? “…Sözünde durmaktır. Çok kısa. Söz vermek. Sözünde durmaktır. Maliye Bakanlığı'nın orta vadeli programına, baktım neler yapılmış, neler yapılmamış diye. 15-20 tane ev ödevi var. Yerine getirilmiş bir tane yok. Nasıl güveneceğim vatandaş olarak… iş adamı olarak nasıl güveneceğim? Düşünün onlarca milyon dolar, yüzlerce milyon dolar paranızı, varlığınızı yatıracaksınız. Yolda karar değişecek, kural değişecek. Türkiye'nin böyle bir açmazı var, ne zaman neyin değişeceğini bilemiyorsanız ne yaparsınız? Daha spekülatif alanlara, kısa erimli çabaların içine girersiniz. Daha da kötüsü, gayri ahlaki, gayri insani yönlere girersiniz.
Liyakat, güvenle birliktedir. Sadakat değil, liyakat. Sadakat yararla örtüşür. İktidar ortaklığında ortaya çıkar. Ama liyakat hiçbir zaman buna izin vermez. Kendi altyapısı rüzgara yönlendirmez. Güven niye sağlanamadı? Liyakat ihmal edildiği için sağlanamadı.
“Ben üç kavramı çok önemsiyorum. Kavram, kurum ve kurallar. 3K…” diye başladı sözlerine, şöyle sürdürdü; “…Kavram erozyonu var. Kurum. Devlet Planlama Teşkilatını, Maliye Bakanlığı hesap uzmanlığını, Maliye Bakanlığı maliye müfettişlerini kapatmakla ne kazanırsınız? 100 yıllık kurumları kapatarak neyi kazandınız? Kapı kullarıyla yol alınamaz. Kurumlar yok oldu. Kavram, kurum, kural. Kural da yok. Bunlar olmayınca güven olur mu? Olmaz. Olmaz. Olamaz… Sayın Mehmet Keçeciler bir gün bana şunu dedi. Sayın Müsteşar dedi. İnsan kendinde olmayanı konuşur. Muhteşem bir laf. Sen parası olan adamın benim param var dediğini duydun mu? Sen namuslu adamın ben namusluyum dediğini duydun mu? Bilmiyorum anlatabiliyor muyum?”
“İtibar desem ne dersiniz?” diye sordum; yapıştırdı yanıtı “Tasarruf olmuyor itibarda” dedi… “Verimlilik üzerinde durayım, madem itibarda yolumu kestiniz” diye ısrarcı oldum; verimlilik gerçekten çok dikkatle değerlendirilecek, önemli, erozyona uğratılmaması gereken bir kavram. Ne demektir? En az girdiyle en fazla çıktıyı elde etmektir ya da aynı çıktıyı elde etmek için en az girdiyi kullanmaktır. Ya da mevcut girdiyle en fazla çıktıyı elde etmektir. Matematik. Ama Türkiye için, bunu bir lüks olarak görüyorum. Ve inanmıyorum.
Ülkemiz reform yorgunu. Adalette kaç tane paket oldu; 9 mu 10 mu? Sağlıkta paketler birbirini takip ediyor. Eğitim yazboz tahtasına döndü. Bunların hepsinin arka planında ifade edemedikleri nihai amaç verimlilik. Bütçe anlamında, insan kaynakları anlamında, beşeri kaynaklar, maddi kaynaklar, doğal. Ankara'ya gelin, kamu kurumlarına götüreyim sizi. Bir kişi başına yüz metrekare, iki yüz metrekare çalışma alanlarının, bir yöneticinin üç - dört - beş tane makamının, üç tane, dört tane, gizli ve açık plakalı araçlarını göstereyim… Bunun adı verimsizlik. Kurumları kurmaya gerek yok, kavramları yerine oturtup, standartı bu demek yeter.
“ABD yeni hükümeti, ünlü girişimci dünyanın en zengin insanı ünvanı taşıyan Elon Musk’ı DOGE olarak kısaltılmış Verimlilik Ofisini kurmak ve eş başkanı olmak üzere görevlendirdi. Biz de olur mu?” diye sormadan edemedim. Yeni Başkanın aralarında Türkiye’deki yönetimin bulunduğu belli başlı ülkelerden etkilendiği yazılıp çizilmişti…
“…Elon Musk burada iflas eder, her şeyini bitirir. Tesla kalmaz. Şaka yapmıyorum. Bizim böyle mucizelere ihtiyacımız yok. Bizim standartlara ihtiyacımız var. Bizim normlara ihtiyacımız var. Elon Musk'ı boşuna burada yormayın” dedi.
“Hiçbir şey sonsuz değil. Mutlaka bir sonu var, ömürler de dahil olmak üzere. İyi ya da kötü. Türkiye'nin sonunun kısa vadede çok olumlu tarafında değilim ama uzun vadede olumlu bakıyorum. Bunu da tek şeye bağlıyorum, kuşak değişimi. Kuşak değişir şartlar değişir.”
Prof. Dr. Nevzat Saygılıoğlu, Türkiye’de ekonomi, maliye ve kamu yönetimi alanlarında uzmanlaşmış bir akademisyen, bürokrat ve yazar olarak tanınmaktadır. Kariyeri boyunca kamu bürokrasisinde üst düzey görevler üstlenmiş, Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanlığı Kurulu’nda uzun yıllar görev yapmış, Hazine ve Dış Ticaret, Turizm gibi alanlarda müsteşarlık ve müsteşar yardımcılığı pozisyonlarında bulunmuştur.
Bürokrasi deneyiminin yanı sıra akademik alanda da öne çıkan Saygılıoğlu, başta Gazi ve Atılım Üniversitelerinde görev alıyor. Hayatı boyunca gazetelerde ve dergilerde köşe yazıları kaleme alan Saygılıoğlu, özellikle ekonomik politika, mali disiplin, verimlilik, şeffaflık ve iyi yönetişim konularında görüşlerini paylaşmıştır. 2014-2024 arasındaki 500 makalesini derlediği “Ekonomi Üzerine 500 Yazı” adlı kitabıyla, Türkiye ekonomisinin farklı dönemlerini, politikalarını ve tekrar eden sorunlarını ele almış, analiz ve öneriler sunmuştur.