Türkiye tarım kartını henüz oynamadı... Oysa tarım toplumunun başladığı bu topraklar, Yukarı Mezopotamya’sı, tarıma elverişli arazileriyle “yerel kabiliyetler” oluşturabilmişti.
Bugünkü durum şudur; geçimlik tarım ile endüstriyel tarım arasında sallana duralım, toprağa bilgi ekmedikçe, varlık içinde yokluk çekmeye devam ederiz.
Soru şudur; tarihi süreçte toprak aynı, hava aynı iken nasıl oluyor da gıda ambarı Anadolu bugün, dışa bağımlı bir ülke haline gelebildi? Cevap daha dramatiktir; yerel kabiliyet eksikliğinden.
Nedir bu eksiklikler? Çiftçimiz gelenekten gelen bilgeliği yitirdi, yerine modern tarımı da ikame edemedi. Toprağı donanım olarak sayarsak, tohum; yazılımdır ve biz başka ulusların yazılımlarıyla milli tarım yapamıyor, darı ambarı üzerinde açlıktan ölen tavuk sendromu yaşıyoruz.
Dünyanın en büyük toprak ağası sayabileceğimiz TİGEM dahi yıllarca vizyonsuzların elinde yağmalana geldi. Korona yüzünden bu alanda umudumuzu yeşertecek “yerel kabiliyet” devreye alınıyor.
Yeni zihin yapısına sahip çiftçi ve tarım arazilerimizi, Türkiye optimali üzerinden planlayıp işleme modelini kurabilirsek, bu cennet vatan sadece bize değil, civar coğrafyayı da besler.
Tohumdan mutfağa uzanan değer zincirinde, değer üretmeyen süreçleri elediğimizde, gıda enflasyonu da sıfırlanır, ithalat da geriler.
Kısaca elden gelen öğün olmuyor o da vaktinde bulunmuyor. Hele ki Korona sürecinde her ulus kendi derdine düşmüş iken.
TARIM KARTIMIZI HENÜZ OYNAMADIK
Bu; geleceğe dair umut dolu iyi haber olabilir. Yozgat Kabalı Köyü örneğindeki gibi yeni nesil çiftçimizin Tarım 4.0 için attığı yürekli adımları desteklemeliyiz.
Tek eksiğimiz olan “yerel kabiliyetleri" bulup çıkaramaz ve toprağa tohumun yanı sıra bilgelik ekemez isek kendi hazînemizin dilencisi olmayı sürdüreceğimizi haber veriyorum.