Şemsi Aziz ÇINAROĞLU
Yeminli Mali Müşavir
Pandemi sürecinin tüm dünyayı ekonomi anlamında olumsuz etkilediği bir gerçek. Merkez Bankalarının faiz artırma yolunu seçtiği son dönemde biz farklı bir metodoloji izledik. 2021 yılının Mart-Ağustos döneminde %19 ile sabit tutulan faiz, eylül-aralık döneminde %14’ e indirildi. Tüm dünyadaki emtia fiyat artışlarını yansıtmayan faiz oranı tercihi ile döviz kurları arttı, fiyatlar yükseldi ve genel anlamda gelirler düştü.
Dolar kuru geçen yıl aralık ayında 18 lira bandını aşıp ardından döviz satışları ve Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi operasyonlar ile 14-15 lira seviyelerine indiğinden beri enflasyon artmasına rağmen dövizde bir artış yaşanmıyor. Yaklaşık 84 milyonluk bir nüfusa sahip olan ülkemizde KKM’den 1 milyon civarı kişi faydalanmış durumda.
Yapılan düzenlemeler ile ülkemiz hazinesi, KKM ile döviz yerine TL mevduatı seçenlere faiz yanında ödenen kur farkı ve şirketlerin dövizlerini bozdurmaları ile elde edilen kambiyo kârından alınmayarak vazgeçilen vergi toplamı kadar maliyete katlanacaktır. 8 Nisan tarihine kadar KKM için 13.2 milyar lira ödeme yapıldı. Bu dönemde vazgeçilen kambiyo karı vergisi ise 10.1 milyar lirayı bulmaktadır. Bu maliyete kur artmasın diye katlanıyoruz. Peki, bu uygulama bir gün sona erdiğinde, KKM sahiplerinin TL olan birikimlerini dövize yönlendirmeleri ve döviz kurunu artırmaları gündeme gelince ne yapacağız?
Diğer taraftan ihracat bedellerinin %40’ını Merkez Bankası’na satma zorunluluğu getirilmesi ile sağlanan döviz ile kuru bu seviyelerde tutma çabasının nereye kadar sürdürülebileceği ise tartışma konusudur. TÜİK verilerine göre yıllık TÜFE artış oranı mart ayı içerisinde %61,14 olarak gerçekleşti. Üretici fiyatlarındaki bu artışın sürmesi ve kurun bu düzeyde kalması halinde ihracatçıların maliyetler ile baş edebilmesi çok zor olacaktır.
Bu tür gelişmelerin bütçe denkliğini olumsuz etkilemesi ve muhtemelen kamu yatırımlarının azalması, transfer harcamalarının kısılması sonucunu doğurması kaçınılmaz görülmektedir.
İktisadi olarak “büyüme” üretim rakamlarındaki artışı gösterir. TÜİK verilerine göre 2021 yılında %11 büyüme gerçekleştirdik. Aynı dönemde kişi başına düşen gelir 9.539 dolar. Bu rakam, 2013 yılında 12.582 dolar tutarında idi. 2021 yılı orta vadeli programına (OVP) göre bu yıl kişi başı 9.947 dolarlık gelir hedefliyoruz. Yalnız bu program ihdas edildiğinde dolar kurunun 9,27 lira, enflasyonun ise %9,8 olacağı öngörülmekte idi. An itibari ile bu hedeften oldukça uzak olduğumuz ortadadır.
“Büyüme” elbette önemli bir olgu fakat “kalkınma” içerisinde eğitim, sağlık, fırsat eşitliği, adalet, hukuk, demokrasi gibi sosyal boyutları da barındıran yani sadece iktisadi olmayan çok daha değerli bir kavram. Ülke olarak hedeflememiz gereken şeyde kalkınma olmalıdır.
Uzun yıllardır ekonomimizin “orta gelir tuzağı” denilen ve bir ülkenin kişi başına düşen milli gelirinin 10 bin dolar seviyelerinde gezinmesini ifade eden kavramı yaşadığını dile getiriyoruz. Bu oran tüm dünyanın ürettiği yıllık gelirin, dünya nüfusuna bölünmesi sureti ile elde edilir. Yani dünya üzerinde insanların ortalama gelirini ifade eder. Bu tutar yaklaşık 10.000 dolar olup, bir ülke, bunun ne kadar üzerine çıkar ise o denli kalkınmış kabul edilir. Ekonomimiz uzun yıllardır orta gelir tuzağına yakanmış bir halde idi. Geçen yıl büyüdük fakat bu yıl enflasyondaki artış, çok büyük bir toplumsal kesim için gelir artışından fazla olduğundan büyümenin sürdürülemeyeceği düşünülebilir. Büyüme ile kalkınma arasında da bir korelasyon olduğuna göre bu anlamda da yol kat etmemiz zor görülüyor.
Netice itibari ile gösterge faizimiz düştü ama piyasada oluşan faizi aynı oranda düşüremedik... Enflasyon son yılların zirvesinde… Dolar 14,5 lira seviyelerinde ancak bu ne kadar sürdürülebilir belli değil... Asgari ücret yılbaşında arttı ama görünen o ki reel gelirler fiyatlar genel seviyesinin çok altında kalmış durumda… Ülke ekonomisinde gecikmeksizin insanları rahatlatacak, öngörülebilirliği olan, bilimsel ve inandırıcı adımları atmamız gerekiyor.