Hafta başında Bloomberg TV’de ekonomist Nouriel Roubini ile yapılan bir söyleşi vardı. Konu Amerikan ekonomisiydi ama Roubini’nin söyledikleri diğer ekonomiler için de aynen geçerli olan bir durumun tespitiydi.
Roubini söyleşisinde ABD ekonomisinin önünde iki senaryo olduğunu söylüyordu: Ya enflasyonun yükselmesine göz yumulacak ya da ekonomide sert bir inişe yani kesin bir yavaşlamaya izin verilecek.
Roubini’ye göre şu anda ABD’de yüzde 8 civarında olan enflasyonu hedeflenen yüzde 2’ye indirmek için şimdi yüzde 2.25-2.5 arasında olan faizlerin yüzde 4.5-5’e yükseltilmesi gerekiyor. Böylece enflasyonu önce frenlemek ve ardından aşağı çekmek mümkün olacak. Ama bu düzeyde bir faiz ise ekonomiyi soğutacak ve büyümeyi aşağıya çekecektir.
Aynı seçenek Türkiye dahil diğer ekonomilerin de önünde zor bir karar olarak duruyor. Aslında zor bir karar mı emin değilim. Çünkü “görünen köy kılavuz istemez” durumu ile karşı karşıyayız. Ekonomik durgunluk endişesi ile faizlerin yükseltilmemesi halinde de ekonomi eninde sonunda sert bir inişle karşılaşacak çünkü yüksek enflasyon ve fiyat istikrarsızlığı yatırımları ve büyümeyi de olumsuz etkileyecektir. Yani Roubini’nin dediği gibi aslında “Her iki durumda da ya sert bir iniş yaşanacak” ama bir tanesinde hem durgunluk yaşanacak hem de enflasyon kontrolden çıkacak.
Geçmiş deneyimler gösteriyor ki; bir ekonomide fiyat istikrarı sağlanamadıkça yüksek büyüme sürdürülebilir olamıyor. Ya da diğer bir deyişle büyüme potansiyelinin arttırılması yüksek enflasyonun ve fiyatlardaki istikrarsızlığın yarattığı belirsizliklerin giderilmesine bağlı. Bunları söylemek için Roubini olmaya gerek yok.
Roubini’nin işaret ettiği ikilem küresel bir mesele haline geldi. Neredeyse bütün ülkeler benzer bir sorunla karşı karşıya. Enflasyon kaygısıyla Fed son 20 yılın en sert faiz artırımlarını yapıyor ama Roubini gibi iktisatçılar bunu yeterli bulmuyor. Yükselen faizlere rağmen faiz oranlarının hala negatif bölgede olması, yani enflasyonun altında seyretmesi enflasyonu besleyen ortamı yaratan önemli bir faktör. Buna ek olarak da bazı emtiaların fiyatlarında artışa neden olan jeopolitik gelişmeler de enflasyonu bir üst platoya taşıyor.
Türkiye ayrıştı
Türkiye ise hem enflasyonun ulaştığı seviye, hem negatif faizlerin yüksekliği hem de Merkez Bankası’nın tüm bu gelişmelere verdiği reaksiyon ile diğer ülkelerden olumsuz bir şekilde ayrışıyor.
Oysa gidişat çok öngörülemez değil. ABD’de Roubini gibi iktisatçılar geçmiş yıllara bakıyor ve “resesyon kaçınılmaz” diyor. Çünkü geçmişte ne zaman ki enflasyonun yüzde 5’i aştığı ve işsizlik oranının yüzde 5’in altına indiği bir sırada Fed faiz artırımına başlamışsa sürecin sonu resesyon ile son bulmuş. Sonunda enflasyon makul seviyelere inmiş ve ekonomi bir süre sonra tekrar büyüme trendine girmiş.
Geçen yıl bu zamanlar enflasyondaki yükselişin geçici olduğunu öne süren merkez bankaları bile artık bu bakışlarını terk etmiş durumdular. Herkes enflasyonla mücadeleyi odak noktasına alarak harekete geçmiş durumda. Buradaki risk, faizlerin yeterince artırılamaması halinde enflasyonun yüksek kaldığı ve ekonominin ise durgunluğa girdiği bir durumun, yani stagflasyonun yaşanmasıdır.
Benim gördüğüm kadarıyla birçok ülkede enflasyonla mücadelenin temel öncelik olduğu ve bunun için gerekirse büyümeden kısa vadede taviz verileceği bir döneme girdik. Türkiye’de ise hiper enflasyona rağmen faiz gibi önemli bir enstrümanın rafa kaldırıldığı, sıkılaştırma ve genişleme adımlarının bir arada atıldığı, karmaşık ve garip bir dönemdeyiz.