Eğitimin meşalesi sevgili öğretmenlerimizin günü kutlu olsun.
Ülkenin temel gündem maddesi “ekonomi”. Daha doğrusu ekonomideki kötüye gidiş.
Ülke adeta kan ağlıyor; işçi, köylü, esnaf, memur, emekli, öğrenci ve belli iş dünyasının oluşturduğu geniş kesimler çok sıkıntıda…
Ülkede artık orta direk kalmadı. Çok mutlu bir üst azınlık ve çok geniş bir alt çoğunluk oluşmuş durumda. Toplum adeta ortasından kopacak bir kum saati haline gelmiş.
Ekonomi ile ilgili sıkıntıların temelinde “döviz, faiz, enflasyon” sarmalı var.
Ekonomi teorilerini hiçe sayan “faiz neden, enflasyon sonuç” gibi söylemler tedavülde. Hemen herkes bu konuya dikkat çekiyor. Bu söylem yetmiyormuş gibi yeni oyuncular ve söylemler sahneleniyor. Savaş sanatının kurmayları (!) diye zannettiğimiz emekli generaller bile çeşitli kanallarda terminolojisinden uzak bir şekilde ekonomi üzerine konuşabiliyor. Para teorisindeki Gresham Kanunu olarak bilinen “kötü para iyi parayı tedavülden kovar” yani “göreli nominal değerleri aynı, fakat külçe değerleri farklı iki madeni paradan külçe değeri yüksek olan dolaşımdan çekilir” şeklindeki ifade adeta kifayetsiz ve ilgisiz emekli generaller, alanı ne olursa olsun her alanda konuşan profesör ve hatta rektör ve yardımcısı unvanlı hoca takımı konuşunca da kafalar iyice karışıyor.
Anlayacağınız izler birbirine karışmış durumda…
Ekonomik program yok!...
Ekonomide sıkıntı var. Fakat ekonomi ile ilgili program yok. Bu kadar hararet yapmış ve yıkıcı etkileri ortaya çıkmış gelişmeler karşısında nasıl bir ekonomi programı uygulanacağını bilen var mı?
Oysa dünya pratiği ve Türkiye’nin geçmiş deneyimi ekonomik programlarla dolu. 1970’li yılların başındaki vergi yönlü finansman çözümleri, 1980 sonuna doğru dışa açılma ağırlıklı dönüşüm programları, 1990’li yılların ortalarında yaşanan devlet krizini aşma arayışları, 2000’li yıllara girerken ortaya çıkan bankacılık krizini çözme yönündeki radikal programlar ortada…
Bilinmelidir ki olağanüstü koşulların olağanüstü çözümleri olur. Ülkede çok ciddi ekonomik koşullar var. Dolar artık aylık, haftalık, günlük değil; saatlik rekorlar yeniliyor. Piyasa faizleri bunun gerisinde kalmıyor; faizler de seyrini sürdürüyor. Enflasyon belası zaten tüketici fiyatları olarak kağıt üzerinde yüzde 20’leri test ediyor, üretici fiyatları ise yüzde 50’ler bandını zorluyor.
Ekonomi teorisinden de bilindiği üzere; fiyatlar asansörler füze gibi fırlarken ücretler bunu merdivenle izlemeye çalışıyor. Çok ciddi bir refah kaybı, daha doğrusu fakirleşme yaşanıyor.
Özellikle iş dünyasını da ciddi iflaslar bekliyor.
Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen döviz fiyatlarındaki artışa bağlı olarak ihracat artışı nedeniyle ödemeler dengesinin olumlu çevrilmesi ile avunuluyor. Oysa bunun da kalıcı olmadığı ıskalanıyor.
Dolayısıyla olması gereken en önemli şey ekonomik program oluşturma ve uygulama. Böyle bir programın varlığından bahsetmek mümkün değil. Hatta Berat Albayrak ile başlayan program denemelerinin de hiçbiri kalıcı ve birbirini tamamlayıcı olmadı.
Ekonomik programı uygulayacak kadro da yok…
Ekonomik programların en önemli özelliği arkasında bir düzenleme ve uygulama kadrosunun bulunmaması.
Oysa ekonomik programların bir kadrosu olmak zorundadır. Merkez Bankası, Maliye, Hazine, bankalar, ilgili meslek örgütleri bu programların oluşturulmasında rol alır. Belli bir kadro da uygular. Uygulamanın başında da siyaset vardır. Zira siyasi kadroların sandıkta vermek zorunda olduğu hesap söz konusu.
Önceki programların hepsinde kadrolar olduğunu, bu kadroların gece gündüz ve uyumlu bir şekilde çalıştığını biliyoruz.
Ne yazık ki şimdi böyle bir kadro da yok.
Son söz…
Söylediklerimiz doğru… Ancak; seçim ortamında da bunları başarmak ayrı bir tecrübe ve irade işi!...