Ekonomideki canlanmaya sevinelim mi?

Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Türkiye ekonomisi için tam bir felaket yılıydı 2018. Büyük bir döviz ve kur depremi yaşadık, ekonomimiz durma noktasına geldi. Pek çok firma ve şirket borçlarını ödeyemez duruma düştü, “konkordato” sözcüğü bayağı popüler oldu. İş dünyası moralsizdi. İşsizlik ve enflasyon tırmanırken pek çok kişi için ay sonunu getirmek zorlaştı. 2019’un daha da kötü geçebileceğini, Türkiye ekonomisinin bu yılı küçülmeyle kapatacağını düşünenler hayli fazlaydı.

Geçen yıl yaşanan çok boyutlu krizin asli sorumlusu olan iktidar, ilk şaşkınlığını atlatınca devletin bütün olanaklarını kullanarak bu karamsar havayı dağıtmaya çalıştı. Bir yandan faizlerin düşürülmesi ve kredi hacminin devlet bankaları öncülüğünde hızla genişletilmesi, diğer yandan KDV indirimleriyle iç tüketimin özendirilmesi ve Türk Lirasındaki çöküşün ihracatı desteklemesi, 2018 yılının son çeyreğinden itibaren küçülme sürecine giren Türkiye ekonomisinin 2019’un üçüncü çeyreğinde yeniden büyümeye geçmesini sağladı. Önceki gün açıklanan veriler bu yılın üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisinin geçen yılın aynı dönemine göre % 0.9 büyüdüğünü gösteriyor. Bu arada enflasyonun baz etkisiyle geçici de olsa düşüşe geçmesi ve döviz kurunun bir ölçüde istikrara kavuşmuş görünmesi de iyimserliği artırdı.

Ah şu borçlar olmasaydı

İş dünyası biraz da olsa umutlandı ama son yıllarda katlanarak büyüyen döviz borçlarının getirdiği yükün ağırlığı çoğu firmanın belini bükmeye devam ediyor. İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan geçen hafta bir açıklama yaparak şirketlerin döviz borçlarının Türk lirası borca çevrilmesi için bir formül bulunması gerektiğini söyledi. Bu talebi dile getirirken, “Uzun vadeli, uygun maliyetli TL. kredi bulamadığımız için yurt dışı kaynaklara yönelmek zorunda kaldık”, diyen Bahçıvan’ın şu sözleri anlayana çok şey anlatıyor: “Türkiye’nin krize davetiye çıkaran dopingli büyüme arayışlarına artık son vermesi gerekiyor. Biz Türkiye’nin yüksek, sağlıksız, hormonlu bir büyümeden ziyade sağlıklı, nitelikli ve sürdürülebilir büyümesinden yanayız.” (Dünya Gazetesi, 28 Kasım 2019)

Şu anda gelinen noktada “ekonomide toparlanma başladı” diye sevinmeye başlamadan şu soruyu sormamız gerekiyor: Şimdi gözlenen ve bu yılın son çeyreğinde de sürmesi beklenen toparlanma, dopingsiz, sağlıklı ve nitelikli bir büyüme sürecine girilmiş olmasının sonucu mu? Yoksa kamu bankalarının başını çektiği kredi bombardımanı ve kamu harcamaları patlaması sayesinde sağlanmış olan dopingli bir toparlanma mı? Şirketlerin borç sorunu çözümlenmeden bu toparlanma kalıcı olabilir mi?

CHP’nin geçen hafta sonu “Ekonomide Yeni Arayışlar” başlığı altında Maltepe’de düzenlediği Maltepe Ekonomi Forumu’nda Türkiye ekonomisinin gidişatını değerlendiren gerçekçi ekonomistler (toplantıda “Chatham House kuralı” geçerli olduğu için adlarını veremiyorum) şu anda Türkiye ekonomisinin çözüm bekleyen bir numaralı sorununun özel sektör firmalarının borçları olduğunu vurguladılar. Bu borçların önemli bir bölümünün sonunda kamu borcu haline geleceği belirtildi ve hangi şirketlerin ayakta tutulacağı belirlenirken de sağlıklı büyümeye katkı yapacak şirketler yerine şu anda en derin krizi yaşayan sektörlerdeki yandaş şirketlere öncelik verilebileceğine dikkat çekildi.

Çıkış yolu dış kaynaktan geçiyor

Maltepe Ekonomi Forumu’nun ilk gününde yapılan sunumlarda, Türkiye ekonomisinin son 20 yıldaki gelişiminin ülkeye dış kaynak, yani yabancı sermaye girişiyle ne kadar yakından ilintili olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. Farklı sunumlarda yer alan grafikler ve tablolar, Ak Parti’nin ilk iktidar yılı olan 2003 ile kişi başına gelirin ilk kez 10,000 doları geçtiği 2008 arasındaki dönemde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının nasıl patladığını ve ekonomiyi başka düzeye taşıdığını gösteriyordu. Geçen yıldan beri Türkiye’nin belini büken kur depreminin ve ülkeyi resesyona, kişi başına gelirimizi 9,000 doların altına sürükleyen krizin de aslında dış kaynak girişinin hızla azalmasından kaynaklandığı bir sır değil.

Şu andaki tabloya baktığımızda Türkiye ekonomisinde gözlenen toparlanmanın aslında ekonomideki yavaşlamanın cari açığı kapatması ve ekonominin daha sınırlı dış kaynak girişiyle yaşamaya uyum sağlaması sayesinde sağlanmış olduğunu görüyoruz. Örneğin Türkiye’deki bankaların vadesi gelen dış kredilerini çevirirken bu yıl 30 milyar dolar dolayında net borç ödediği belirtiliyor. Türkiye’ye net dış kaynak girişinin hızlanması sağlanmadan ekonominin özlenen büyüme hedeflerine ulaşması ve şirketlerin dış borç sorununu çözümlenmesi de zor görünüyor.

Kimsenin hevesini kursağında bırakmak istemem ama ekonomideki toparlanmaya bakarak sevinmek için biraz erken galiba.

Tüm yazılarını göster