Türkiye, ekonomide son dört yılını faiz, döviz kuru ve enflasyon oranı tartışmaları içerisinde geçirdi. Bunlar sonuç değişkenleri. Her biri fiyat. Faiz paranın, döviz kuru yabancı para piyasasının ve enflasyon mal piyasasındaki fiyatları gösterir. Bu fiyatların hareketi yükselişi ya da düşüşü uygulanan iktisat politikaları ve kurumsal düzenlemeler ile oluşur. Örneğin eğer tarım sektöründe yanlış politikalar yürütürseniz TÜFE endeksinin yarısını ifade eden (yüzde 24,98 ağırlığa sahip) gıda mallarının fiyatları yükselir, bu da enflasyon oranını yukarı çeker. Tarım sektöründe sorunları aşıp üretimi artırmadan gıda enflasyonunu kalıcı olarak düşürmek mümkün değil.
Son 22 yıldır tek parti tarafından idare edilen Türkiye tarım sektöründeki sorunları çözmek yerine daha da ağırlaştırdı. Tütün, şeker pancarı üreten ülkede sigara ve şeker fabrikaları özelleştirildi. Türkiye yabancı sigara üreticilerin eline düştü. Şeker ithal etmeye başladı. İklim değişikliği bağıra bağıra geliyorum dedi. Su ile ilgili bir şey yapılmadı, köylü su kuyusu açarak çözüm üretti. Su kaynakları bilinçsiz sulama ile yok oldu 240’a yakın gölün 186’sı kurudu. Çiftçi üretim maliyeti karşısında ezilirken ürününü yok pahasına tüccara kaptırdı.1970’li yıllarda iyi kötü işleyen kooperatif sistemi çökertildi. Sonuçta çiftçi üretemez, tüketici yeterince beslenmez hale geldi. Şimdi kredi faiz oranını yükselterek kredi kartı kullanımını azaltıp kartla gıda malı alanların tüketimini kısarak talebi aşağıya çekip, enflasyon düşürülmek isteniyor. Bu politikanın adına da rasyonel politika denilmekte. Bu politikalara moda terimle “meşhur iktisatçılar” (kimi de muhalif iktisatçı olarak tanınıyor) beğeni düzüyor. Söylenecek tek bir söz var, ülke adeta toplu olarak “akıl tutulması” içinde.
Ahlaki Çöküntü ve Ekonomi
Bir ülkede emek, toprak ve sermayenin olması tek başına o ülkenin ekonomisinde ne üretim yapmaya ne de istikrar sağlamaya yetmez. Ülkenin kurumsal yapılmasının düzgün olmasına gerek var. Kurumsal yapılanma yasalar, düzenlemeler ve gelenekler sayesinde kurulur. TBMM adeta fabrika gibi çalışmakta. Sürekli yasa yapmakta. Bunun yanında Cumhurbaşkanlığı sisteminin Cumhurbaşkanına verdiği yetki sayesinde yine sık sık KHK ile düzenlemeler yapılmakta. Tüm bunlara rağmen ne ekonomi ne de toplumsal düzenimizde istikrar yakalanamamakta. Bunun temelinde yasalar ve geleneksel teamüllere uyulmaması bulunmakta. Birkaç örnek verelim. Rektör olmaması gerekenler önce rektör yapılıyor, sonra da bakan oluyor. Hiçbir dış politika eğitimi ve tecrübesi olmayanlar elçi olarak atanıyor. Sınavla işe girilmesi gereken kurumlara sınavsız eleman alınıyor. Diyanet işleri başkanı ülkenin ve kurumun kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e her yerde meydan okuyor. Yasa ile yasaklanmış tarikatlar adeta holding gibi çalışıyor, okullarda tarikat mensupları eğitim veriyor. Bir kadın bakan Kur’an kursunda cinsel istismara uğrayan öğrenciler için “bir kereden bir şey olmaz” diyor. Bu kadar başıbozukluğun olduğu bir ülkede ahlaki çöküntü de kaçınılmaz hale gelmekte. Kadını, çocuğu istismar etmek bu ahlaki çöküntünün bir parçası. Ülkede her gün ortalama birden fazla kadın öldürülmekte. Çocuklarımız cinsel istismara uğrayıp öldürülüyor. Okullarda eğitim dincileştirilirken, diyanete TV tahsisatı yapılırken ülke de bu kadar çocuk cinayet, istismarın var olması sürpriz değil. Çünkü din eşittir ahlak değildir. Gerçek laik ülkelere baktığınızda bu tür suçların minimum düzeyde olduğunu görmekteyiz.
Şunu da söylemekte fayda var. Türkiye Avrupa’da en fazla polis ve Jandarma sayısına sahip olan ülke olmasına rağmen halen en fazla suç işlenen ve hapishanelerinde mahkûm olan ülke konumunda. Yüz bin kişi başına düşen ceza infaz kurumundaki kişi sayısı 2022 itibari ile Türkiye 356 ile Avrupa’da birinci sırada. İkinci sırada 191 kişi ile Macaristan ve Polonya gelmekte. Yine 2022 yılı sonu itibari ile Türkiye hapishanelerinde 303 bin kişi bulunurken, Türkiye ile hemen hemen aynı nüfusa sahip Almanya’da bu sayı 56 bin. Türkiye 100 bin kişi başına 472 polis ile AB’de üçüncü sırada. Sonuç olarak güvenlik elemanı sayısını artırarak suç oranını düşürmek mümkün değil.
Bir ülkenin suç oranın düşürmek isteniyorsa önce yürütme yasalara uymalı ve ülkede din eğitimi değil, çağdaş uygar insan olmanın eğitimi verilmeli. İnsan doğduğunda insan değildir, insan taşını yontup insan olabilir. Ekonomide bundan bağımsız değildir. A. Smith ve J. M. Keynes’in dediği gibi “iktisat özünde bir ahlak bilimidir.”
Okuma önerisi. İbrahim Semih Akçomak, Ahlaksız Büyüme.