Ekonomide politika alanı daralıyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Yaz ortasına yaklaşırken COVID-19 vaka ve yoğun bakım sayılarının, beklentilerin aksine, düşmemesi, haziran başındaki normalleşme sinyalinin biraz erken verilmiş olabileceği, bunun da zaten daha dünden rahatlamaya teşne insanımızın önlemleri ihmal etmesine yol açtığı yolunda kaygılar yaygınlaşıyor. Pandemi ile ilgili dünya çapındaki gelişmeler de en azından önümüzdeki bir yıl için virüsün toplumsal ekosistemin doğal bir parçası olmaya devam edeceğini gösteriyor. Durumun bizim açımızdan olumsuz yönü ise uzun süredir sürdürdüğümüz ve “ne pahasına olursa olsun ekonomiyi canlı tutma” tarzında özetleyebileceğimiz politikayı daha gerçekçi ve kırılganlıkları giderici bir yörüngeye sokma ihtiyacını karşılama imkanının giderek azalması. Gerçekten de ekonomik yavaşlamayı tersine çevirmek amacıyla 2019’un ikinci yarısında faizlerin düşürülmesiyle başlatılan kredi desteği, pandemi’nin ortaya çıktığı mart ortasından itibaren kamu bankaları ağırlıklı olarak yoğunlaştırıldı. Böylece ciddi bir küçülmenin beklendiği ikinci çeyrek, firmalarda, hane halkında ve devlette borç birikiminin hızla yükselmesine yol açtı. Döviz ve bütçe dengelerindeki hassasiyeti de göz önünde bulundurunca bundan sonrası için politika alanının oldukça sınırlı hale geldiği açık.

Hem rezerv kaybı hem de küçülme

Geçen yazımızda hem ekonomi, hem de pandemi konusunda daha kapsamlı ve inandırıcı bir politika setinin açıklanmasının, hem içeride hem dışarıda güven algısının yükseltilmesi için zorunlu olduğuna değinmiştik. Henüz kamu ağırlıklı ve enflasyondan düşük faizli kredi desteği dışında belirgin bir politika ilkesi de açıklanmış değil. Pandemi nedeniyle kredi desteği zorunlu olsa da, bunun negatif faiz pahasına yapılması ve üstelik “aktif rasyosu” düzenlemesinden sonra kredi baskısından kaçınmak için özel bankaların mevduatı azaltmaya çalışması genel olarak güven algısını yükseltmeye değil zayıflatmaya yol açıyor. Yılın ilk altı ayında yabancıların 11.5 milyar dolar portföy boşaltması, hane halkı ve firmaların bankalardan 7.5 milyar dolar döviz alması bunun işareti. Öteden beri %60’ın üzerinde olan borsadaki yabancı payının ilk kez haziran sonunda %50’nin altına düşmesi de aynı mahiyette. Üstelik geçen temmuz’dan bu yana %24’ten %8.25’e indirilen faizlerin döviz fiyatını yükseltmesine engel olma çabası, rezervlerin erimesi, finansal istikrarın bozulması gibi istenmeyen gelişmeleri besliyor. Haziran sonunda, 39 milyar dolarlık altın rezervi dışarıda bırakılırsa, 51 milyar dolar düzeyinde olan brüt rezervlerin hemen tümünün büyük ölçüde bankalar ile, kısmen de Çin ve Katar ile yapılan swap anlaşmalarıyla sağlandığı anlaşılıyor. Sadece nisan ayında cari açık, net sermaye çıkışı ve net hata noksan toplamı olarak 8.6 milyar dolar rezerv kaybı kaygı verici.

Büyüme cephesinde de yolumuz taşlı. İlk çeyrekteki %4.5’lik büyümenin baz etkili olduğu, devam etmeyeceği zaten belliydi. Pandemi işin tuzu biberi oldu. Nisan ayında sanayi üretiminin %31 gibi rekor düzeyde düşmesi, mayıs ayında da tekrarlanacak gibi. Hazirandaki telafiye rağmen, sanayinin büyüme bileşiminde pandemi ile artan ağırlığı da dikkate alınırsa, ikinci çeyrekte ekonominin %20’nin üstünde bir oranda küçüleceği ortaya çıkıyor. Alınan borçların yatırımdan çok borç kapama ve stok artışına gitmiş olması muhtemel. Yılı daralma ile kapamamak için ikinci yarıda %8’in üzerinde büyümek lazım ki, kaynak kısıtı, %12’yi aşan enflasyon ve zayıf yatırımcı güveni eşliğinde bunu beklemek gerçekçi olmaz. Zaten IMF ve Moody’s gibi uluslararası kurumların Türkiye için yılsonu beklentileri %5 küçülme şeklinde. Moody’s, politika belirsizliği ve dış kırılganlığın önemini vurguluyor ve işsizlik- enflasyon sarmalının, yani stagflasyonun devam ettiğine işaret ediyor; dahası, ülkeye fon girişini sağlayacak bir politika setinin oluşturulmaması ve enflasyonun indirilmemesi halinde yeni bir not düşüşünün de gündeme gelebileceğini belirtiyor.

Keskin yörünge değişikliği şart

Belli ki netleşen bu risk ve kısıt yelpazesine tek cevabımız, hele hane halkı borcu 600 milyar TL’yi aşmış ve kamunun da borç çevirme oranı dört kat yükselmişken, daha fazla kredi desteğinden ibaret olmamalı. Son bir yılda 351 milyar TL kredi artışının %66’sını karşılayan kamu bankaları, sadece pandemi sürecinde ticari kredileri %27, bireysel kredileri %15 arttırmış. Öte yandan Fitch’e göre batık kredi düzeyi ise 200 milyar TL’ye yaklaşıyor. Göstergeleri daha fazla bozmadan bu politikayı sürdürmek mümkün görünmüyor.

Mayıs sonunda 146 milyar TL’yi bularak geçen yılın neredeyse üç katına yaklaşan bütçe açığının ( ki MB karı ve ihtiyat akçesi olmazsa 100 milyar TL daha fazla olacaktı) da maliye politikasında manevra marjı bırakmadığı ortada. Turizm ve ihracat cephesindeki büyük kayıp projeksiyonlarını dikkate aldığımızda, yatırımcı güvenini, bütçe dengesini ve pandemi risklerini arttırmaktan kaçınmak için doğrudan gelir desteğini önceleyecek, bu bağlamda ciddi bir dış kaynak teminine odaklanmayı sağlayacak radikal yörünge değişikliğine ihtiyaç ivedilik kazanmış durumda.

Tüm yazılarını göster