Ekonomide ortodoks politikalara dönüş: ama nasıl?

Doç.Dr.Ata Özkaya 
Galatasaray Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
 
Sn. Cumhurbaşkanı ‘nın önümüzdeki beş yıl boyunca ekonomideki öncelikleri:
Geçtiğimiz beş yıl içinde öncelikler yatırım-üretim-istihdam olarak belirlenmişti. Bununla birlikte asıl öncelik olarak, Türk Lirası’nın küresel piyasalarda swap yoluyla değerlenmesi-değer kaybetmesi kontrol altına alınmak istenmiş, spekülatif para talebi yurt içinde kısıtlanmıştır. Buna da “liralaşma” ismi verilmiştir. Bunun yapılmasıyla, döviz hareketlerinin aşırı dalgalanmaya yol açmaması, böylece toplumda oy verme davranışını etkilememesi amaçlanmıştır. Bu stratejinin maliyeti, Merkez Bankası’nın döviz rezervi biriktirememesi, yabancı yatırımcının TL varlık talebini durdurması, bazı ülkelere döviz borçlanılması olmuştur. 

Dolayısı ile önümüzdeki beş yılın ekonomi önceliklerini 2-boyutlu olarak değerlendirilebiliriz.

A) Yukarıda söz ettiğim “maliyetlerin” telafi edilerek, yabancı yatırımcıların TL varlıklara yönelmesi, ülkemize portföy akımlarının gerçekleşmesi, döviz likiditesinin bollaşması ve TC Merkez Bankası’nın döviz rezervini tekrar yükseltmesi. Bu döviz akışı ile yatırımların finanse edilmesi.

B) Yatırım-üretim-istihdam ve büyüme döngüsünün devam ettirilmesidir.   

Hazine Maliye Bakanlığı’na Sn. Şimşek’in atanması ile, yukarıda 1. Maddenin A.) bölümünde açıkladığım önceliğin gerçekleşmesini destekleyecektir. Sn. Şimşek, küresel finansal piyasalardaki yatırımcılara, ülkemizde rasyonel ekonomi politikalarının uygulanması konusunda “güven” telkin etmeye çalışacaktır. Bu da, para politikası temelinde tahvil piyasalarının beklediği şekilde “ne kadar faiz artırmak gerekiyorsa, o kadar faiz artırılabileceğine” dair bir ilk-izlenimi vermiştir. 

Bilindiği gibi aynı zamanda, Cumhurbaşkanı yardımcısı da değişmiş, bu göreve Sn. Cevdet Yılmaz atanmıştır. Sn. Yılmaz’ın yeni görev fonksiyonu ile, Sn. Şimşek’in uygulayacağı küresel-uyumlu politikalar, yukarıda belirttiğim 2. Madde’ deki önceliğin sağlanması için “süzgeçten” geçirilecektir. Şöyle ki, Sn. Cevdet Yılmaz da, yatırım-üretim-istihdam ve büyüme politikaları açısından Sn. Şimşek’in uygulayacağı yeni “para politikasını” adapte edecektir. Böylece, bir yandan enflasyon düşürülmeye çalışılacak, diğer yandan yatırımlar devam ettirilecektir. Böylece büyüme hızı mümkün olduğu kadar %4-5 seviyesi civarında sürdürülmeye çalışılacaktır. Bu akış, iki adımlı sistem olarak düşünüldüğünde, Sn. Şimşek ‘in uygulayacağı politika, Sn. Cevdet Yılmaz’ın büyüme ve kalkınma perspektifinden düzenlemeleri için “girdi” teşkil edecektir. Bu işleyişte, büyüme ve kalkınma politikalarının “siyasi isteklerle uyumlu sürebileceği şekilde” faiz patikasının belirlenmek istendiğini değerlendiriyorum. 

Peki bu 2 parçalı ekonomi politikası yaklaşımı ne derece gerçekçidir ve başarılı olabilir?

1. Atamaların yapılmasından itibaren geçen 3 haftalık süre zarfında finansal piyasalarda, ülkemizin Ortodoks ekonomi politikalarına dönüş hızı konusunda yüksek beklenti oluşmuştur. Bu beklentiler küresel bankaların Türkiye raporlarına yansımış ve politika faizinin %20 ile %40 arasında bir değere çıkması gerektiği konusunda yönlendirme, tahmin-“telkin”ler dile getirilmiştir. Bu gelişmeler ışığında 22 Haziran 2023 tarihli TCMB PPK toplantısında yeni başkan Sn. Hafize Gaye Erkan yönetiminde politika faizi %6,5 artırılarak, %15’e çıkarılmıştır. Karar ile birlikte Döviz kurlarında %4,5 artış meydana gelmiş ve 3 haftadaki kur yükselişi % 27 olmuştur.

Bu yükselişin nedeni TCMB PPK’nın politika faizi açıklama metninde bulunabilir. Faiz kararı ile birlikte yapılan açıklama metni, “kısalmış” gözükmektedir ancak birçok uzman ve meslektaşımın değerlendirdiğinin aksine bu bir “sadeleşme” değildir. Metin dikkatle incelendiği zaman ülkemizde enflasyonun yüksek olduğuna dair durum tespiti yapılmış ancak enflasyonun ortadan kaldırılması için ne gibi bütüncül-politika izleneceğine dair yeterli “yönlendirme” yapılmamıştır. Bu durum finansal piyasalar ve hane halkları için fiyat istikrarının tesisi konusundaki belirsizliği yükseltmiştir. Burada kurul, enflasyon beklentilerinin zaman içinde küresel etkilerle azalan hızı sayesinde  % 30 seviyesine çekilebileceğini, ve faiz patikasının da kademeli olarak o eğriyi kesecek bir seviyeye çıkarılabileceğini planlıyor-değerlendiriyor olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, burada kontrol değişkeni enflasyon beklentileri değildir ve enflasyon beklentilerinin %30’a gelebilmesi kendiliğinden olamaz, çünkü bu bir stokastik süreçtir, ayrıca mali politikaların genişlemeci devam ettiği bir ekonomik sistemde hiç olmaz. 

Belirsizlik algısını güçlendiren bir diğer etken mali politikaların nasıl bir seyir izleyeceğinin, para politikası ile hangi boyutlarının eş-bütünleşik seyir izleyeceğinin açıklanmamış olmasıdır. Kamunun işgücü politikasındaki genişlemeci yaklaşım, kamu çalışanı sayısının 6 milyona ulaşmış olması, kamu çalışan ücretlerinde yapılan artışlar, EYT ödemeleri, asgari ücret artışları ekonomideki talep kısmının güçlü kalmasına devam ederken, enflasyonist süreci artan yönde beslemektedir. Aynı zamanda kamu bütçe açığını ve Hazine’nin borçlanma gereğini artırmaktadır. Tam bu noktada para politikasının Ortodoks hale gelmesini sağlayacak ihtiyati tedbirlerin de kaldırılmasını zorlaşmaktadır. Çünkü, Hazine’nin pahalıya borçlanması demek, cari transferler, sosyal yardımlar, personel giderlerinin ödenmesinin zorlaşması ve bunlar için ek kaynak bulunması zorunluluğu demektir. Bu da vergilerde ek artışların gelebileceğinin işaretidir ki enflasyonun ikincil-üçüncül döngüde artışı anlamına gelmektedir. 

Burada ekonomi politikası yönetimi ve siyasi otorite şöyle bir dinamik süreç analizini yapmakta ve “genel çözüme” ulaşmakta zorlanmaktadır: 6-7 ay sonra gerçekleşecek yerel seçimlere giderken, Ortodoks politikalara tam olarak geçmeyip, mali politika araçlarını genişlemeci kullanmak ve para politikası ile sıkılaşarak yabancı yatırımcı çekmek. Böylece hem seçmenin oy verme davranışı konusunda kayba uğramamak hem de eğer olursa yabancı yatırımcı çekebilmek ve ülkemizin döviz ihtiyacını karşılamak. Ne var ki, bu iki farklı “kısmi-çözüm” bir arada kullanıldığında birbirini güçlendirmez, aksine çift-yönlü nedensellik ile etkilerini sönümlendirir. 

2. Kısa-vadede en büyük zorluk, yabancı yatırımcının “yeterli seviyede” ikna edilememesi, hatta daha fazla faiz artışı ve daha fazla döviz kuru beklentisi içinde olacak olmasıdır. Bu güçlü bir risktir. Hızlı bir yukarı yönlü kur şoku meydana getirebilir. Çünkü, yabancı yatırımcı için asıl soru, neden bunca zaman sonra rasyonel-küresel uyumlu ekonomi politikalara dönüldüğüdür. Bunu düşüneceği için, daha çok dövize ihtiyacımız olduğunu da düşüneceği için, mümkün olduğu kadar yüksek faiz-yüksek kur seviyesinde ülkemiz piyasalarına giriş yapmayı bekleyebilir. Bu da enflasyonu, düşüş eğiliminde iken, tekrar yükseltebilir. Ayrıca, kamu geliri-vergi gelirleri düşebilir. Bu da hiç arzu edilmeyen geniş toplum kesimleri ve ekonomimiz için (yüksek faiz, yüksek kur, yüksek enflasyon) “kötü denge” nin oluşması anlamına gelir. Orta-dönemde en riskli durum ise, büyüme hızının düşünüldüğünden daha çok düşmesidir. Kamu harcamalarının azaltılması ile birlikte bu durum da birçok sektörde istihdam kaybına yol açacaktır. Buna ek olarak, mali politika temelinde ise, kamu harcamalarının tekrar düzenlenmemesi, kamu açığının azaltılamaması ve mali politikanın TCMB para politikalarından ayrışmaması ülke risk priminin (CDS) yükselmesi ve küresel piyasalardan daha pahalı borçlanılmasına yol açacaktır.

Tüm yazılarını göster