Ekonomide doğru teşhis hayat kurtarır!

Selçuk Turgay AZAK

Geçtiğimiz Perşembe günü TCMB Para Politikası Kurulu, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 10,5’ten yüzde 9’a indirilmesine karar verdi. Bu faiz kararı neticesinde amaçlanan hususlara ve iktisat teorisi açısından yansımalarına bu yazımızda yer vermeye çalışacağız.

Ortodoks iktisat politikalarından biri olan para politikası, fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek için kullanılan en alışılmış araçtır. Bununla ilgili de Irving Fisher 1930’lu yıllarda enflasyon ile faiz arasında bir korelasyon kurmuş ve faiz – enflasyon ilişkisini analiz etmiştir. Söz konusu analizde enflasyonun yönü ne olursa faiz oranlarının da o yönde olacağı üzerinde durulmuştur. Yani ilgili analize göre örneğin enflasyon oranı artığında enflasyon oranını düşürmek için harcamaları – toplam talebi azaltmak ve harcamaları – toplam talebi azaltmak için de faiz oranlarının artması gerektiği hususu ön plana çıkarılmıştır. Ancak ilgili analizde bahsedilen husus talep enflasyonudur. Esasen para politikası da bir talep politikasıdır. Dolayısıyla maliyet kaynaklı enflasyonu söz konusu analiz çerçevesinde yorumlamak, faiz silahının kullanılması gerektiğini savunmak ve yükselen maliyet enflasyonunu sadece faiz enstrümanı ile dizginlemeye çalışmak doğru olmayacaktır. Çünkü maliyet enflasyonu olan bir ekonomide enflasyonun sebebi, toplam talebin yüksek olmasından ziyade maliyet artışından dolayı toplam arzın zayıflamasıdır. Dolayısıyla maliyet enflasyonu olan bir ekonomide faiz oranlarını artırırsanız bu durum maliyetlerin daha da artmasına sebep olabilecek ve maliyet enflasyonunu besleyecektir. Devamında toplam arz azalacak ve enflasyon daha da yükselebilecektir. Esasen maliyet enflasyonu küresel makro ekonominin gündemine de 1970’li yıllarda girmiş ve stagflasyona sebep olmuştur. Dolayısıyla Fisher analizinin 1930’lu yıllarda ortaya konulduğunu düşünürsek bahse konu olan teorinin talep kaynaklı enflasyon açısından analiz yaptığı daha net anlaşılacaktır.

Peki ne yapmak gerekir? Yani faizi düşür mü diyorsunuz?

Aslında bu noktada yüzeysel bir yorum yapmak yerine üretimi yani arz kanadını besleyici düşük faiz politika uygulanması gerektiğini ifade etmek yerinde olacaktır. Çünkü maliyet enflasyonu, üreticinin bir mal ya da hizmeti üretirken kullandığı girdilerin fiyat artışını temsil eder. Bu durumda maliyet enflasyonunu engellemek için toplam arz kanadını beslemek adına üretim, yatırım, istihdam tarafını besleyici düşük faizli finansman enstrümanları oluşturulmalıdır. Bu durumda üreticinin üzerindeki maliyet baskısı bir nebze de olsa azaltılmış olacaktır. Ancak şu hususa da dikkat etmek gerekir. Eğer tüm finansman kaynakları için faizleri düşürürseniz bu sefer toplam talebin artmasına yol açmak suretiyle talep enflasyonuna sebep olabilirsiniz. Dolayısıyla faiz düşüşüne evet ancak talebi besleyici gevşek kredi politikasına hayır diyoruz. Yani selektif kredi politikası uygulanmasını savunuyoruz. Özetle, üretene, yatırım yapana, istihdam yaratana bu amaçlar için kullanılacak kredilerde düşük faiz, ancak tüketim amaçlı kullanılacak kredilerde rutin faiz uygulanması gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

TCMB’de bu minvalde faiz oranlarını düşürdü ve selektif kredi politikalarına devam edeceğinin sinyalini de verdi. Yani TCMB’de büyüme hedefleri doğrultusunda üretimi artırmak amacıyla düşük faiz politikasının benimsediğini hem açıklamalarla hem raporlarla vurguladı. Bu kapsamda talebi aşırı canlandırmamak adına da daha öncesinde önlemler alındı. Örneğin tüketici kredi limitleri düşürüldü, tüketici kredilerine vade kısıtlaması getirildi ve kredi kartı asgari ödeme tutarı artırıldı. Bunların hepsi düşük faizli finansmanın talep tarafına kaymaması içindi. Dolayısıyla bu anlayış devam edecektir.

Diğer taraftan küresel resesyon beklentileri ve büyüme oranlarının aşağı revize edilmesi dış talebin zayıflamasına ve dış talebin zayıflaması da ihracatımız üzerinde olumsuz bir baskı unsuruna dönüşüyor. Dolayısıyla ihracat ile büyüme yolunu seçen ülkemiz ekonomisinde bu durum olumsuzluğa sebep oluyor. Bu gelişmelerin yanına artan küresel enerji maliyetlerini de eklediğimizde ödemeler bilançosundaki denge süreci üzerindeki risk canlı hale geliyor. Sonuç olarak toplam arzı canlı tutmak, artırmak ve firmalarımızı rekabet edebilirliğini güçlendirmek adına ve de küresel ekonomiden pozitif ayrışmak için düşük maliyetli- düşük faizli finansman ve selektif kredi politikaları uygulamalarının doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Tüm yazılarını göster