Rusya’nın Ukrayna’yı işgali tüm dünyada ekonomik ve siyasal iklimi kalıcı olarak değiştirdi.
ABD liderliğinde Batı ülkelerinin Rusya’ya yönelik sert yaptırımları, başta Avrupa olmak üzere, pek çok ülkede ekonomik dengelerin değişmesine neden oldu. Bu durum küresel dış politikaya da yansıdı.
Artık dış politikada, ekonomik durum ve çıkarlar hiç olmadığı kadar belirleyici.
Türkiye’de AK Parti iktidarının önce 15 Temmuz darbe girişiminin “finansörü” olmakla suçlayıp, ardından Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkileri normalleştirmesi bunun eseri. Keza İsrail’in Filistinliler’e yönelik uygulamalarını “devlet terörü” olarak nitelendirdikten sonra, İsrail Cumhurbaşkanı’nın Ankara’da ağırlanması da bir başka örnek.
Ancak en can alıcı olanı Suudi Arabistan’la yaşandı; Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesini tüm dünyaya AK Parti hükümeti mal etmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönemde “cinayet emri en üst düzeyden” diyerek, Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman’ı işaret etmiş, Türkiye istihbarat birimlerinin ortaya çıkardığı Kaşıkçı cinayetini Suudi Kraliyet ailesine bağlayan kanıtları/ ses kayıtlarını MİT Başkanı Hakan Fidan bizzat ABD’ye giderek Amerikalı senatörlere dinletmişti.
Bir yandan Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik kriz, diğer yandan Ukrayna savaşı nedeniyle değişen küresel ekonomik dengeler, AK Parti yetkililerinin Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ni ima eden suçlamalarını da rafa kaldırmasına neden oldu. Bu durum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaret ettiği Cidde’de Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’a sarılarak fotoğraf vermesi ile de somutlaştı. Bakalım bu sarılma fotoğrafının Türkiye ekonomisine etkisi beklendiği gibi olacak mı?
AVRUPA’DA DA DURUM FARKLI DEĞİL
Avrupa kıtasında da durum Türkiye’de olandan farklı değil; AB ülkelerindeki enflasyon artışı ve fakirleşme, “olmaz” denileni olduruyor;
Avrupa Birliği Kuveyt ve Katar vatandaşlarına kısa dönem “vizesiz giriş” izni için düğmeye bastı. Avrupa Birliği Komisyonu’ndan konuyla ilgili yapılan açıklamada bu kararın Kuveyt ve Katar’daki “başarılı reform çalışmaları” nedeniyle alındığını açıklandı.
Aynı AB, resmen tam üyelik süreci içinde olan Türkiye’ye, üstelik bu sürecin temelindeki Ankara Antlaşması’nda serbest dolaşım da öngörülüyorken, kısa dönem vizesiz seyahat için 72 ayrı şart getirmişti. Bu şartların büyük bölümünün yerine getirilmesine rağmen Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa için kapılar açılmadı.
Bu açıdan bakınca da, Katar ve Kuveyt’in hangi demokrasi ve insan hakkı standardını yerine getirip de vatandaşları için AB’ye vize muafiyetine hak kazandığını anlamak pek mümkün değil. Tek açıklama şu;
Belli ki AB, zengin Arap turist/ Arap yatırımı peşine düştü.
Ancak işin bir de tam ters yönü var; Batı’nın Ukrayna savaşıyla birlikte Rus olirgarklara koyduğu yaptırımlar, en çok zengin Arapları ürkütmüş görünüyor. Arap Körfezi’nin petrol zengini Arap vatandaşları, Rus oligarkların başına gelenin bir gün kendilerinin de başına geleceğinden endişe ederek olsa olsa gerek, Batı’daki taşınmazlarını satmaya başladılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ile, Suudi Arabistan ile barışmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Türkiye’de iktidarda olduğu dönemde en büyük ağırlığı devlete ait arsaların satışı, imarlaşma inşaat sektörüne veren AK Parti hükümeti, Batı’dan kaçan Arap zenginlerinin rotayı Türkiye’ye çevireceğini umuyor olabilir.
RUS GAZI KARMAŞASI
Ukrayna işgali nedeniyle Rusya’ya yaptırımların küresel ekonomiye en büyük etkilerinden biri de, petrol ve doğalgaz sektörüne oldu.
Rusya’nın Ruble ile petrol satış kararı, AB ülkelerini de böldü; Kimi ülke bu karara uyarken, kimisi eski sistemde inat edince, Rusya’dan Avrupa’ya gaz satışı da ciddi bir karmaşa haline döndü. O kadar ki, Rusya’nın gaz ihracatını kestiği Polonya ve Bulgaristan, ihtiyaç duydukları doğalgazı Almanya ya da Yunanistan’dan almaya başladılar. İşin ilginci, Almanya ve Yunanistan’ın sattığı da aslında Rus gazı.
ABD ise bir yandan Avrupa’nın doğalgaz açığını Ortadoğu’dan LNG, Amerika’dan ise kaya gazı satışı ile kapatmaya uğraşırken, diğer yandan da Rusya’nın enerji alanındaki dışlanmışlığını daha da derinleştirmeye çalışıyor. Ancak Avrupa’da bu konuda çok etkili olan Washington yönetiminin, iş Hindistan’a geldiğinde ciddi sıkıntı yaşamakta olduğu da aşikâr;
ABD, Hindistan’ı kendi tarafına çekmek adına Hintliler’in Rusya’dan S-400 alımını bile “görmezden gelmeye” çalışadursun, Yeni Delhi hükümeti Rusya’ya petrol ve gaz yatırımına doymuyor. Yaptırımlar nedeniyle Rusya’daki petrol/doğalgaz piyasasından çıkan BP ya da Exxon gibi şirketlerin yerini, Hindistan’ın resmi petrol şirketi ONGC Videsh almaya hazırlanıyor. Hâlihazırda Rusya’daki Sahalin-1 sahasında payı olan ONGC Videsh’in, bu sahadan çıkan Exxon hissesini satın almayı düşündüğü açıklandı.
Türkiye, Batı ile Rusya arasındaki bu gaz itiş-kakışından –şimdilik- pek etkilenmedi. Ancak Rusya’ya yönelik yaptırımlar sertleştikçe, Avrupa’nın Rus gaz ve petrolüne ihtiyacı azaldıkça, bu durum da değişebilir.
Ankara’daki AK Parti hükümeti, uzun süredir Washington ile Moskova arasında sürdürmeye çalıştığı “denge” politikasını, daha ne kadar devam ettirebilir?
Orta ve uzun vadede hem Türk ekonomisini, hem de Türk dış politikasını belirleyecek olan da bu kritik sorunun cevabı olacaktır.