Ekonomi: Tasarruf, yatırım, ücret

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Hem Sraffa'da hem de Pasinetti ile temsil edilebilecek diğer İtalyan neo-Rikardocularında tasarruf ücretlerden sağlanmaz. Yani ücretliler tüm gelirlerini tüketir. Milli gelirin ücret ve kârdan oluştuğu bir modelde –faiz, rant vb. gelirler kâra dahil edilmiştir- kapitalistler hem tüketir hem tasarruf eder. Bu tasarruflar yatırıma dönüşür. Yatırım talebi I = P.s olur; burada P kâr, s tasarruf eğilimidir. İşçilerin –genel olarak ücret geliri elde eden herkes- tasarruf eğiliminin pozitif olduğu modeller de vardır; fakat uzun yıllar bu tip bir neo-Rikardocu kestirimin genel geçer olduğu düşünülmüştür. Tam doğru değil fakat yine de kısa devre olarak kullanılıyor. 

Gini katsayısıyla yüzde 20'lik dilimler halinde ölçülen düşük gelir gruplarının –en alttaki yüzde 20 ve ondan sonra gelen iki "alt orta sınıf" dilimi- tasarruf açıklarının olması zamanla gelirlerinin artmadığı anlamına gelmeyebilir. Nitekim hem gelir olarak hem de dolaylı refah etkisi olarak bu katmanların durumunun iyileşmiş olduğu söylenebilir. Son 22 yılın ilk yarısında en alttaki grubun göreceli konumu değişmedi. Sonraki iki dilimin refahı reel olarak on yıl boyunca yılda yüzde 5 mertebesinde artan sosyal harcamalar ve transferler, banka kredilerinin 2001 krizi sonrası hızla artışı ve krediye erişimin kolaylaşması nedeniyle iyileşir gibi oldu. Elbette altyapı yatırımları, vergi sisteminin dolaylı vergilere ve özellikle talebi düşük elastikiyeti olan ürünlere konan vergilere dayanması ve bayağı uzun süren kur etkisi, yani TL'nin değer kazanmasından dolayı ithal ürünlerin fiyatlarının düşmesi, mal ve hizmet kalitesinin artması gibi faktörler Anadolu’yu zenginleştiğine ikna etti. Sonra işler değişti. Bu gelişmeler söz konuş Gini dilimlerinin hane halkı borçluluğunu hızla artırarak tüketmesine neden olmuştur. Arka arkaya seçim kazanan ve uzun süre iktidarda kalmasına rağmen fazla yıpranmayan iktidarın ekonomi politik temeli bu gelişmelerde yatmaktaydı. Son birkaç yılda bu durum tersine döndü ve nihayet yerel seçimlerde bir etki görüldü. Ancak iktidarın oy tabanı olması gerektiği kadar erimemekte, oylar ekonomik oy davranışı çerçevesinde normal kabul edilecek bant içinde dalgalanmaktadır. Bunun nedeni ideolojidir. Yoksa herkes anlayacağını anladı. 

Gelirin üçte ikisi kayıt içi borcun ödenmesine gidiyor

Hane halkı borcunun kullanılabilir gelire oranındaki aşırı hızlı artış, gelir artsa bile, Türkiye deseninde bu katmanların gelecekte de pozitif tasarruf eğilimi göstermeyebileceklerine işaret ediyor. Bir başka deyişle, bu tablo düşük gelir gruplarında düşük olan zamanlar arası ikame oranının gelir arttıkça da artmayabileceğini, yani bu grupların tasarruflarının gelir artışına esnekliğinin daima düşük olabileceğini ima ediyor. Bu oran (hane halkı borcu/kullanılabilir gelir) en son yüzde 55,2 idi –seri neredeyse 10 yıldır yayınlanmıyor- ve gelişmekte olan ülkelerin bazılarından iyiydi. Ama bu oran 2002 yılında yüzde 4,7 idi. Artış hızı çok yüksek seyretti. Elbette banka sisteminden alınan borcun artması diğer şahsi borçlanmaların azalması anlamına gelebilir. Yani 4,7 çok da gerçekçi değil çünkü bankalar tüketici kredisi vermiyordu. Yine de hane halkı borcunun artış hızı çok yüksek seyretti. Üstelik bu rakamlar sadece borcu değil, alacağı olanları da içeriyordu. Servet dağılımının gelir dağılımdan da kötü olduğu açıktır. Sadece borcu olanların –borç karşılığında gelirinden başka teminatı olmayanların- borcunun kullanılabilir gelirlerine oranı daha da yüksekti. Gelirin üçte ikisi kayıt içi borcun ödenmesine gidiyor diyebiliriz. Üstelik şimdi şirketler de borçlu ancak merkezdeki rezervler ucuza satılınca özel sektör açık pozisyonunu kapattı. Rezerv satışının ekonomi politiği budur. Özel meseleler bir yana genelde sermaye sınıfına transfer yapılmıştır. 

Tasarruflar sadece kârdan –yani, basit bir modelde yaşamadığımıza göre, kâr-yüksek ücret-temettü-faiz-rant-varlık fiyatlarındaki artış vb. gelirlerden veya servet artışlarından- sağlanıyorsa, yüksek büyüme yıllarından sonra artan gelir seviyesinin üst gelir gruplarında daha da yüksek tasarruf oranına yol açması beklenebilirdi. Fakat bu oran zaten yüksek olduğu için daha fazla artması servet etkilerine ve/veya doğrudan gelir dağılımında en yüksek dilim lehine radikal bir bozulmaya dayalı gerçekleşebilir. Bu mümkün müdür? Tasarrufları artırmak için servet ve gelir dağılımını daha da bozmak ne demek? Alt ve orta sınıfları krediyle genişletilmiş gelirlerini devri daim şeklinde tüketmeye ve bu yolla refah sağlamaya –sürekli borçla gelen standart artışı veya durumu idare etme hali, üst dilimiyse çok daha yüksek bir servete kavuşturmaya yönelik gelişmeler –esasen dünyada da- son 40 yılda çoktan gerçekleşti. Sürdürülebilir görünmüyor. Dolayısıyla mevcut programdan ger dönüş isteyenler ülkenin beş yıl daha kaybetmesine neden olur. Mevcut program sadece eksik bir normalleşmedir. Buna dahi tahammül edemeyenler seçimlerde olacaklara hazır olmalı çünkü yeni bir şok ve yeni bir enflasyon dalgasını kimse açıklayamaz. 

Tasarruf eksiği var ve özellikle orta Gini dilimlerinden mali baskılama –negatif reel faiz- yoluyla aktarılan transferlerden sonra bu iyice böyle. Tasarruflar bir şekilde artarsa ne olur? Bu farklı bir soru. 1980'lerde CJE'de (Cambridge Journal of Economics) bazı Keynesçiler, post-Keynesçiler ve neo-Rikardocular arasında yaşanan tartışmalarda tasarrufların otonomluğu tekrar gündeme gelmişti. Keynes, bir özdeşlik olarak, yatırımların tasarruflara eşit olduğunu yazmıştı. Açık bir ekonomide yatırımlar iç ve dış tasarruflara eşit oluyor. Ancak bu özdeşlik her ekonomide her zaman diliminde tasarrufların yatırımlarla el ele gittiği anlamına gelmemekte. Büyüme-yüksek tasarruf-yüksek yatırım oranı ilişkilerine bakarak yüksek korelasyon elde edilen durumlarda da korelasyon nedensellik ima etmediği için ya nedenselliğin yönü ya da başka faktörlerin rolü gündeme geliyor. 

Bu konu bizi derhal Kalecki'ye götürüyor. Bazen Keynes'ten önce Keynesçiliğin özünü formüle eden iktisatçı olarak nitelendirilen Polonyalı iktisatçı (i) yatırımların tasarruflardan bağımsız olduğunu (ii) yatırımların gecikmeli olarak yapıldığını öne sürmüştü. Buna göre yatırımlar (a) "normal" sermaye stokuyla cari sermaye stoku arasındaki farkın (b) cari gelirle "normal" gelir arasındaki farkın artan ve doğrusal olmayan bir fonksiyonu olarak formüle edilir. Yatırımlar otonomdur ve tasarruflar yatırımlara uyum sağlar. "Gönüllü" tasarruflar yatırımları finanse etmeye yetmiyorsa, ya "zorunlu" tasarruflar devreye sokulur, ya da başka finansman-kredi olanakları kullanılır. Aslında burada Keynes öncesi, örneğin 1930 yılında Melbourne'da çarpan-hızlandıran etkilerinden bahseden Prof. Giblin gibi pek bilinmeyen, "klasik" bir görüşü de görüyoruz: Tasarruflar otomatik olarak yatırıma zaten dönüşüyor. Fakat yatırım kararları tasarruflara bakarak alınmıyor. 

Tasarruflar artınca sorun çözülür mü?

Kalecki çizgisi Kaldor-Kalecki iş çevrimi modelleri halinde 1990'lardan itibaren tekrar ilgi odağı oldu. Bize iki farklı şey söylüyor: (1) Tasarrufları artırmak yatırımları artırmayabilir -hepsi otomatik olarak yatırılsa bile, bu sefer de diğer finansman imkânları kullanılmayacaktır çünkü yatırımlar dışsaldır. Ayrıca küresel finans dünyasında “balance of payments constrained growth” modelleri pek sonuç vermez. Tasarrufları artırmanın en önemli sonucu cari açığı azaltmak olabilir ki bu sonuç doğrudan doğruya “absorption approach” tarafından bize verilen bir sonuçtur. Tersine cari açığı elastikiyet yaklaşımı veya zamanlar arası ikame yaklaşımı daha iyi açıklıyorsa, bu durumda cari açık üzerindeki etkinin şiddeti azalabilir. (2) Yatırım fonksiyonunun non-linear ve gecikmeli olması bize tasarruflardan bağımsız –ama finansman imkanlarına bağımlı- bir kompleks dinamik verir. Parametre değerlerine çok hassas ve doğrusal olmayan bir modelde dengeler birden fazla olabilir, çatallaşabilir, kararlı bir yörüngede seyreden iş çevrimi aniden başka bir yörüngeye girebilir vb. 

Cazip görünen bu modellerin ampirik karşılığının güçlü olmadığı görülüyor. Modeller planlamayla yönlendirilen karma ekonomilerde görülebilecek otonom yatırımla kalkınma hamlelerine uyuyor görünmekte. Yani bu tip non-linear modeller piyasa ekonomilerine o kadar uygun olmayabilirler. Ama yine de tüm bunlar bize tasarruflar artınca sorun çözülür –yani hem cari açık azalır hem yatırımlar artar- yaklaşımının fazla basit olduğunu hatırlatıyor. Diğer yandan yatırımlar azalabilir’ tehdidinin geçerliliği bu tehdidi savuranların siyasi etkisi kadardır. Ekonomiler böyle çalışmaz. 

Son bir hatırlatma. Halkımız beklemeyi sevmez. Tasarrufa meraklı değildir. Esasen pek çok halk böyledir. Yüksek tasarruf oranlarının görüldüğü ülkelerde bunun en önemli nedeni (a) emeklilik sisteminin çalışmaması (b) krediye erişimin güç olmasıdır. Halkımız böyle işlerle ilgilenmez. Bakalım bütün bunlardan kim ne gibi sonuçlar çıkaracak. 

Tüm yazılarını göster