Sevgili okur şöyle bir hayal etmenizi istiyorum. Ekonomi tanımını ilk nerede duydunuz? Peki ya hiç ekonomiye giriş dersi aldınız mı? Bunlardan hiçbirini daha önce hiç duymadıysanız, okumadıysanız da şu an hayal etmenizi istiyorum: Ekonomi nedir? Aklınıza önce sayılar, grafikler, finansal göstergeler geliyorsa talep ve arzı hatırlıyorsanız hah bir de kıt kaynakların sonsuz istekler karşısında bölüşümü der gibi olduysanız çok üzgünüm ama hepimizin bir parçası olduğu illüzyondan çıkmanın zamanı.
Uzun bir süredir ekonomi ve finansın aynı şey olduğunu düşündük, daha doğrusu düşündürüldük. Enflasyon faiz ve bu gibi kavramlardan oluşan bir ekonomi portresine sahip olduk. Oysa ekonomi politik olarak ele aldığımız noktada ekonomin doğuşu ve tarihsel gelişimi politik olan her şeyle yani yaşamın her alanıyla iç içe geçen ve onu oluşturan bir sosyal bilim dalı. Yaşamın yeni gerçekliklerini, çıkmazlarını oluşturan belirli konularda bir dinamizm oluşturan o yegane şey ekonomi. Örneğin sanat endüstrisi ile sanat ekonomisi bize aynı şeyi çağrıştırsa da aynı şey değildir en azından olmamalıdır. Bir şeyin endüstrisi sadece finansallarına odaklanırken ekonomisi o kavramın tüm ağsal yapısına, toplumsallığına, bireysel toplumsal ilişkilenmesine ve o kavramın çepeçevre saran tüm bağlama paradan ve finansallıktan çok daha fazlasına işaret eder. Aslında yapılan tam da budur tüm ekolojik ve sosyal varlığı da içinde barındıran ekonomiyi finansı ve parayı çağrıştıran endüstri tanımında kullanma hali tesadüf değil. Çünkü ekonominin sadece büyümekten ve paradan ibaret bir şey olduğunu düşünürken aslında ekonomi daha adil bir yaşam ve sistemi hayal edebileceğimiz disiplini bize sunuyor.
Bunun içinde pek çok şekilde ekonomiyi farklı alanlarda farklı biçimlerde tartışmak gerekiyor. Örneğin ekonominin hesaplanacak bir şeyden ziyade hesaplanacak o şeyleri de barındıran ama tasarlanacak bir (eko)sistem olarak görmeye başlamamız gerek. Aslında politik ve toplumsal olanın ne kadar da ekonominin ana odağı olduğunu görmemiz gerekiyor. Enflasyon ve faizden ya da büyüme ve sayılardan başka bir şeyi anlattığını keşfetmek için de önce okullara bir dönüp bakmak gerekiyor.
Yeni bir ekonomi müfredatı şart! Üstelik sadece ekonomi-iktisat öğrencileri için değil her disiplinden insanın haşır neşir olacağı ve aslında ekonomi tasarımında kendisinin neden büyük bir yeri olduğunu keşfedebileceği bir oyun alanı kuran tartışmalar üreten her şeyi ama her şeyi sorgulayan ve imkansızın olmadığı, grafiklerden sıyrılmış bir ekonomi müfredatına ihtiyacımız var. Kolombiya Magdelene Nehrin’de bir balıkçı “Biz nehri savunmuyoruz. Biz nehiriz.” demişti. İşte tam olarak nehir olduğumuzu bize hatırlatacak bir öğrenme alanına ihtiyacımız var.
Tam da bu sebepten okuldan veya okul bağımsız her alanda ekonomiyi öğrenmeye odaklı adil bir sistem inşasının ekonominin geniş gaz bulutunu andıran çepersiz çeperi ile nasıl ilişkilendiğine dair sorular soran öğrenme toplulukları inşa etmeliyiz. Deli deli sorular sormalı 21. yüzyıl klasik iktisatçılarını güldürecek soruları büyük bir ciddiyetle sormalıyız. Çünkü ancak imkansız denen soruların nasıllarını üretmeye başlarsak krizleri çözeceğiz.
Kocaman bir gerçek kucağımızda duruyor: bu kapitalizm bizi daha ileriye götürmeyecek. Dünya alev alev yanarken, Trump’un yeniden seçilmesi ile umutlar iyice düşerken, bir COP konferansı daha başarısızlıkla sonuçlanırken, demokrasiler kaybederken deli sorular soran alternatifin peşine düşen, ya böyle değilse diyen, başka türlüsü olmaz mı diye soran ekonomi müfredatlarına ihtiyacımız var. Başka türlü bir finansı nasıl beraber tasarlayabiliriz sorularını soran öğrenme alanlarının eksikliği bu konulara dair yenilikçi düşünememize sebep oluyor. Çünkü kabuller üstünden ilerliyoruz. Yeni öğrenme alanları ile çemberi kırmanın, dışarısı o kadar da korkunç durmuyor diyenlerin yan yana gelmesine ihtiyaç var. Hadi yeni bir müfredat, okul duvarlarının ardında da yeni bir ekonomi öğrenme alanı kuralım. Hadi bir şeyleri kökten değiştirelim.