Siyaset ve ekonominin birbirleriyle ayrıştırılmalarının pek mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir ülke için iç siyaset ve yerel ekonomisi ne kadar iç içeyse o ülkenin dış siyaset ve uluslararası ekonomik durumu da aynı derecede iç içedir. Dikkatli olunması gereken en önemli konu söylenen ile yapılanı birbirlerinden ayırabilmektir.
Genellikle yapılan söylenenden farklıdır. Söz gelimi bir devlet lideri rahatlıkla ‘kalbini kırmak istemediği!?’ bir ülkenin liderine “Abi ben iç siyaset gereği senin dostun olan falankeş ülkeye bir giydireceğim sen idare et. Yoksa ciddi bir şey yok” veya “Muhterem ben sana karşı bir demeç verip zart zurt sallayacağım. Bu sefer idare et. Bizim millet yarın unutur. Değişen hiçbir şey yok” veya “Azizim bugün bir demeç vereceğim. Duymazlıktan gel. Malum siyaset” diyebilir.
Bir bakarsınız o ülkenin lideri kalkmış güçlü bir başka ülkenin lideri için “Bre Allahtan korkmaz kuldan utanmaz, hırsız, katil, ırz düşmanı ve dahi at hırsızı” diyor. Biz ölümlüler “amanın bu kadar lafı kim kaldırır?” diye telaşlanırız. Siyasi liderler ölümsüzdürler veya öyle sanırlar. İki gün sonra bir bakarız ülke lideri dostluk nutukları atıyor hakaret edilen öbür liderin gıkı çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü bağırıp çağıran ülke büyük ihtimal azar işiten ülke liderine veya onun abisine “idare et abi” telefonu etmiş ve ülkesinin hiçbir ekonomik ve siyasi çıkarına halel gelmemiş.
Dış siyaset ve ekonominin ilişkilerini anlamak için kimin ne dediğine değil ne yaptığına bakacaksın. Özellikle ulu orta konuşmalara hiç bakmayacaksın. Devletler birbirleriyle sahiden dalaşacaksa bunu ulu orta gazete sayfalarında yapmazlar. Genellikle ‘kapalı kapılar’ ardında yapılır ve de kapının arkasına bir sopa da yerleştirilir ki laf yetmezse ders başka türlü verilsin herkes eylemin maliyetini bilsin.
Retoriğe göre aramızın en bozuk olması gereken ülkelerle bu retorik yukarıda anlattığım ‘duymazdan gelin’ çerçevesinde yapılıyor herhalde aramız sanıldığı kadar bozuk değil. Aynı şekilde aramızın iyi olması gereken ülkelerle aramız o kadar da iyi değil. Örnek Türkiye İsrail ilişkileri.
Karşılıklı ithamlar, hakaretler falan sanıyorum karşılıklı “idare et abi” taktiği ile yapılıyor. Retoriğe bakarsan birbirimize selam verdiğimize şükür. Halbuki Ağustos 2020 tarihli bir araştırmanın sonuçlarına göre ‘Türkiye ile İsrail arasında son 10 yılda yaşanan siyasi ve diplomatik krizlerden en az etkilendiği görülen alan ticari ilişkilerdir.’
Gerçekten de Türkiye-İsrail ilişkileri yukarıda değindiğim söylenenle yapılan farkının en güzel örnekleriyle doludur. 1948’den bu yana şöyle böyle giden ilişkiler İsrail’in Gazze Şeridi'ne, 27 Aralık 2008'de başlattığı ve 1.436 Filistinlinin ölümüne yol açan 'Dökme Kurşun Operasyonu' saldırısıyla başlayan karşılıklı posta bizim “One Minute” çıkışı, “vay Türkiye temsilcisine nasıl ‘alçak koltuk’ verirsiniz?” krizi, Mavi Marmara saldırısı buhranı, 2014 yılında İsrail’in yine Gazze’ye düzenlediği ve 2.147 Filistinlinin hayatını kaybettiği “Koruyucu Hat Operasyonuna” Türkiye’nin İsrail’i “terör devleti, işgalci” ilan etmesi, Netanyahu’ya “Hitler” benzetmesi yapılmasına kadar uzadı.
“İsrail tarafı da Ermeni soykırımı söylemini ve Türkiye’nin YPG/PYD’ye karşı mücadelesinde sivilleri öldürdüğü iddiasında bulundu. Bunu Netanyahu’nun Türkiye’nin “etnik temizlik” yaptığını iddia etmesine uzanan söylemleri takip etti.
Şimdi bu retoriğe bakarsanız Türkiye ve İsrail’in bir sıcak savaşa girmediklerine şükredersiniz. Halbuki aralarında serbest ticaret anlaşması bulunan bu iki ülke bir yandan birbirlerine giydirirken iki taraf arasındaki ticaret ve ekonomik bağımlılık düzeyi artmaya devam etmiş.
İsrail ve Türkiye birbirlerinin çok ihracat ve ithalat yaptığı ilk 20 ülke arasındaki yerlerini korumuşlar. Türkiye, 2018 yılında İsrail’in en çok ihracat yaptığı sekizinci ülke, Çin ve ABD’den sonra en çok ithalat yaptığı üçüncü ülkeyken İsrail Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı dokuzuncu ülke, en fazla ithalat yaptığı on beşinci ülke olmuştur. Diğer taraftan birçok İsrailli şirket bazı Arap ülkeleriyle iş yapabilmek için kimliklerini gizlemek amacıyla Türk şirketlerle ortak teşebbüsler kurarak çalıştıkları için iki ülke arasındaki ticaret hacmi rakamlarının gerçeğin altında olduğu da ileri sürülebilir.
Daha ilginç şeyler de oluyor. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Fransa, Doğu Akdeniz'deki durumla ilgili açıklamada bulunarak "Libya'daki taraflara ateşkes çağrısı" yaptılar ve Türkiye’ye bir güzel giydirdiler. Benim dikkatimi bunu İsrail’in imzalamamış oluşu. Bu ne demek?
Bu nedenle en azından ben dış siyasette kimin ne demeç verdiğine bakmam. Kim özellikle ekonomik ilişkiler konusunda ne yapıyor ona bakarım. Alt tarafı dış politika demeçlerini siyasiler veriyor. Siz siyasilerin dün ak dediklerine bugün kara dediklerinin görülmemiş, rastlanmamış bir olgu olduğunu sanabilirsiniz ama ben bu yaşa gelene kadar bunun örneklerini çok gördüm?!
Bunu bir uyarı olarak algılayarak geçen hafta ortaya attığım bir iki teze dönmek istiyorum:
1. Öncelikle, bu kriz sonrası her nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ekonomik durum çok latif olmayacak. Hemen herkes hem dünya hem de Türkiye ekonomilerinin pekiyi durumda olmayacağına inanıyorlar. Ben Türkiye ekonomisinin çabuk toparlanacağını hiç sanmıyorum. Yani önümüzdeki dönem, ki bir iki yıl sürecek gibi, ekonomide var olan sıkıntılarımız bir mucize olmazsa devam edecek.
2. Ekonominin sıkıntılı durumunda içerde istikrar ve dışarda iyi ekonomik ilişkiler her zamanki önemlerinin üstüne çıkarlar. Önümüzdeki dönemde uluslararası ticaret blokları ülkelerin çabuk ve az hasarla düzelip düzelemeyeceğini belirleyecek en önemli etmen olacaklardır. Kaldı ki bu ticari bloklar kriz sonrası büyük bir hızla ekonomilerini canlandırma çabalarına girişeceklerdir.
3. Türkiye birçok önemli ekonomik-siyasi bloğun dışında olan en azından bizim ikide birde Dünyanın en büyük! Ekonomilerinin arasında diye bağırıp çağırdığımız istisnai bir ülkedir. Bizim kadar önemli olup da bu kadar dışlanan bir başka ülke yoktur. İşin kötüsü bizim aramız bu blokların bizi en çok ilgilendirenler başta olmak üzere aramız ya limoni ya da bir ciddi ilişkimiz yok. Daha da beteri bu blokların içinde yer alan bazı ülkelerle aramız limoniden de beter.
Sarmal krizlerden sağlık krizi için aşı bulundu sıra tedavi bulunmasında. Bu ikisi yan yana gelmeden sağlık krizi tam bitmez. O tam bitmeyince de ekonomik kriz tam bitmez. Sağlık krizi biter bitmez ekonomi yönetimindeki anomaliler üzerine gidilecektir.
Bu düzeltme operasyonlarında ticari anlaşmalarda yeniden canlanma ve yapılanma başta gelecektir. Bu nedenle geçen hafta Türkiye’nin birkaç senaryo altında neler yapacağı konularında araştırmaya dayalı detaylı çalışmalar yapması gerektiğine değinerek birkaç da senaryodan bahsetmiştim.
Bu senaryolar popüler bir değimle eninde sonunda ‘bizi ırgalar’. Şu andaki gelişmelere bakarsanız bu bloklardaki çoğu gelişme bizim lehimize bir ‘ırgalama’ getirmiyor. Bu gelişmelerin uzman bir kadro tarafından takiple ‘what if’ denilen yani çeşitli senaryolar ‘eğer gerçekleşirlerse’ neler olabilir? Sorusuna cevap aranması gereklidir. Söz gelimi ‘what if’ senaryosu hazırlamak gereken birkaç senaryo örneği şunlar olabilir:
1. İngiltereli Avrupa Birliği (en düşük olasılık), Anlaşmalı ayrılan İngiltere olmaksızın Avrupa Birliği (düşük olasılık), Olasılığı gittikçe artan, tatsız sonuçları bol anlaşmasız ayrılan İngiltere olmaksızın Avrupa Birliği (yüksek olasılık)
2. Avrupa’da özellikle AB dışında kalan ülkeler (burada da birkaç blok var) arasındaki anlaşmalar
3. Yeniden başlayacak ve bu kez Trump giderse ABD ve AB arasında imzalanma olasılığı olan TTIP (US-EU Transatlantic Trade and Investment Partnership)
4. Biden rejiminin canlandıracağı tahmin edilen Trans-Pasifik Ortaklığı (Trans-Pacific Partnership (TPP)
5. AB ve Kanada arasındaki CETA anlaşması (Canada-European Union Comprehensive Economic and Trade Agreement)
Bunların haricinde Asya’da ve Güney Amerika’da büyük Bloklar var. Söz gelimi Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği'nin (ASEAN) 37. Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen RCEP görüşmesinde, ASEAN üyeleri Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam ile birliğin diyalog ortaklarından Avustralya, Çin, Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda liderleri, 8 yıl süren 46 müzakere ve 19 bakanlık düzeyinde görüşmelerin ardından anlaşmaya vardı. Amacının Çin'in Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik hakimiyetini arttırmak, ABD ve Avrupalı şirketleri serbest ticaret bölgesinin dışında bırakarak, dezavantajlı konuma getirmek[1] olduğu rivayet edilen bu yeni blok Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık -RCEP’in kriz sonrası Dünya ticaretindeki rolü ve ülkelerin bu bloğa reaksiyon refleksleri konusunda ciddi araştırmalar yapılması gerektiği kanısındayım.
Önümüzdeki dönemin baş aktörleri olan bloklara ve bizi etkileyecek retorik harici gerçek gelişimlere, olasılıklara bakmaya devam edeceğiz.
Sağlıcakla Kalın.
Dipnot:
[1] Hindistan, Çin ürünlerinin Hindistan'a ucuz fiyatlarla girmesinden endişe duyarak RCEP müzakerelerinden çekildi.