7440 sayılı Yapılandırma Kanunu, bir kısım mükelleflere ek vergi sürprizi yaptı. Genel kuruldaki görüşmeler sırasında verilen bir önerge ile kanuna eklenen ek verginin md. 10/27), henüz verilmemiş 2022 kurumlar vergisi beyannamesinde bazı istisnalardan yararlanacaklar ile bazı indirimleri yapacaklardan alınması öngörüldü. Kurum kazancının elverişli olması (yetersiz olması veya hiç olmaması vb. haller) halinde istisnalardan yararlanmamak veya indirimleri yapmamak suretiyle bu vergiden kaçınma yolu da açık kaldı.
Bu söz konusu bazı istisnalar ile indirimlerin ayrıntılarına bu yazımda girmeyeceğim. Bu yazımda bu şekilde ihdas olunan ek vergiyi, Anayasa ilkeleri açısından değerlendirmek istiyorum.
7440 sayılı Kanun’la ihdas olunan ek verginin hukuki anlamda mı yoksa ekonomik anlamda mı geçmişe etkili olduğu tartışılabilir. Geçmişte de bu şekilde ihdas olunmuş ekonomik denge vergisi, net aktif vergisi, ek gayrimenkul vergisi, ek motorlu taşıt vergisi (3986 sayılı Kanun), ek gelir, ek kurumlar vergisi, ek emlak vergisi, ek motorlu taşıtlar vergisi (4481 sayılı Kanun) ek motorlu taşıtlar vergisi ve ek emlak vergisi (4837 sayılı Kanun) gibi vergiler mevcuttur. Anayasa Mahkemesi bu vergilere karşı açılmış davaları “kamu yararı”, “ülkenin içinde bulunduğu ekonomik güçlükler”, “haksız kazançların vergilendirilmesi”, “vergiden kaçınmanın önlenmesi” gibi gerekçelerle iptal cihetine gitmemiştir. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, bu vergileri bazı kararlarında geçmişe etkili vergi olarak değil, konu olarak önceki yılın değerleri üzerine devletin egemenlik gücüne dayanarak koymuş olduğu yeni vergiler olarak görmüş, hatta önceki yılın değerlerinin yeni vergilerin alındığı yılda beyan olunan değerler olduğuna da işaret etmiştir. Ancak bu kararlar doktrinde eleştirilmiş olmakla birlikte ağırlıklı olarak kamu yararı, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik güçlükler gibi gerekçelerle geçmişe etkili vergileme yapılabileceği görüşü de savunulmaktadır. Bu yönü itibariyle mahkemelerde, getirilmiş olan ek verginin, “geçmişe etkili olarak vergi ihdas edildiği”, “geçmişe etkili vergi konulduğu” iddiaları ile ileri sürülecek Anayasaya aykırılık iddialarının pek itibar görmeyeceğini düşünmekteyim.
Ancak konuya genellik ve eşitlik ilkesinden yaklaşıldığında, aynı sonuca varmak pek mümkün görülmemektedir. Anayasa'nın "Vergi ödevi" başlıklı 73. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere malî gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür" denilerek verginin "genel olması", "malî güce göre ve kamu giderlerini karşılamak üzere" alınması öngörülmüştür. Vergide genellik ilkesi, fark gözetilmeksizin herkesin elde ettiği gelir, servet veya harcamalar üzerinden vergi ödemesini, kamu giderlerinin eşit konumdaki herkese dağıtılmasını amaçlar. Elbette ki Yasa Koyucu, farklı durumda olanları farklı değerlendirmek durumundadır. Zaten eşitlikte bunu da gerektirmektedir. Bu nedenle ek verginin gelir vergisi mükellefleri üzerinden değil de sadece kurumlar vergisi mükelleflerinden aranılması, yasa koyucunun takdirindedir. Nitekim üretim ve dağıtım alanında etkinlik gösteren işletmelerle bankalar, sigorta şirketleri ve özel finans kurumlarının ekonomik, malî ve hukukî yapılarındaki farklılık nedeniyle farklı oranlarda vergilendirilmeleri de eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.
Ancak, aynı vergiye tabi mükellefler arasında, afetin getirdiği ilave kamu giderleri yükünün, sadece vergi istisnasından yararlanan ve bazı bağışları yapanlar üzerinden karşılanmaya çalışılması eşitlik ve genellik ilkesine aykırıdır. Vergi yükü yüklenen istisnadan yararlananların veya bağışçıların seçiminin her hangi bir ölçüte göre belirlenmemiş olması, bence bu aykırılığı katmerleştirmektedir. Devletin istisnalar yolu ile teşvik ettiği veya koruyup kolladığı alan veya faaliyetlerin adeta cezalandırır gibi vergi kapsamına alınmasına karşılık, devletin teşvik/istisna tanımadığı alanlardaki kurumların ek verginin dışında bırakılması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmakta, herkese eşitlik ilkesi içerisinde dağıtılması gereken kamu giderlerinin belli bir kesimin üzerine yıkılmasına yol açmıştır. Eşitliğin yanı sıra genellik ilkesi de bu ek vergi ile ihlal edilmiştir.
İhdas olunan ek vergilerin konulduğu istisnalar da kendi içerisinde tutarlı değildir. Örneğin faaliyet gelirleri içerisinde belki fazla önem taşımayan sat-geri kiralama işlemlerinden sağlanan kazanç bulunan kurum bu istisna kazancından ek vergi ödemezken, faaliyetinin tamamı TUGS’a (2. Sicile) kayıtlı geminin işletilmesi olan kurum bütün kazancı üzerinden ek vergi ödeyecektir. Sat geri kirala faaliyetlerinden sağlanan kazançlar, finansman ihtiyacı dolayısıyla bu işlemi yapan kurumların finansal yapısını zayıflatmamak için vergi dışı bırakıldıysa, kurumların finansal yapılarını güçlendirmeyi amaçlayan taşınmaz satış kazancı istisnası ve nakdi sermaye artırımında faiz teşvikini içeren istisna niçin kapsama alınmıştır. Aynı tutarsızlık bağışlar için de geçerlidir. Örneğin Yeşilay’a bağış yapan kurum bu bağışı üzerinden ek vergi ödemezken Türk Silahlı Kuvvetleri Vakfı’na veya üniversitelere örneğin bir laboratuvar bağışlayan kişi bu bağışı üzerinden ek vergi ödeyecektir. Bu çelişkiler de ihdas olunan verginin amaca hizmette ölçüsüzlüğünü ortaya koymaktadır.
Bundan önceki ek vergilere genellik ve eşitlik ilkeleri yönünden anayasaya aykırılık eleştirisi pek yapılmamıştı. Bu defa konu, farklı bir yönüyle gündeme gelmektedir.
Bu nedenle ek verginin ihtirazi kayıt yolu ile dava konusu yapılarak Anayasa Mahkemesinin denetiminden geçirilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla yazımın başlığını oluşturan “Ek Vergi Anayasaya Aykırı Mı?” sorusunun cevabının Anayasa Mahkemesi tarafından verilmesinin sağlanması bence gerekmektedir.