Aslında yazımızın konusu “Türkiye’de Yüksek Kur, Düşük Faiz, Ucuz İşgücü” politikasına evrilme ya da yönelme idi. Türkiye’nin üretim merkezli bir politika benimsemesinin sinyalleri üzerine idi.
Yazımızı haftaya ve bazı benzetmelerle ele almak istedik. Onun için ortaya çıkan yeni spekülatif ve önemli gelişmeleri gündeme taşımak zorunda kaldık.
Malum, geçtiğimiz 8 Kasım Pazar gününün akşam saatlerinde bomba bir haber sosyal medyaya düştü. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifa haberi.
Haber sıradan bir haber veya asparagas bir haber değildi. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar itibariyle çok önemli bir haberdi. Neden önemliydi?..
Her şeyden önce ve hemen her yerde özgül ağırlığı fazla olan bir bakanlığın başındaki kişinin ayrılması haberinin önemi vardı.
Çünkü Türkiye’nin genel korona koşullarında ve kendine özel durumunda yaşanan çok önemli gelişmeler vardı. Ekonomi kırılganlaşmıştı ve diken üzerindeydi.
Özellikle döviz hareketliliği ve yukarı doğru oynaklığı Türk Lirasını adeta serseme çevirmişti. Piyasalar sürekli zayıf noktadan vuruyordu. Artık karar ve uygulamalarında bağımsızlığı genel kabul gören, mevzuat ve uygulamalara yansımış olan merkez bankasının bağımsızlığı ilkesi ülkemizde tüm önemini yitirmişti.
Üstelik Hazine ve Maliye Bakanı olan kişi, çok güçlü kimliği ve uygulamalarıyla bilinen Cumhurbaşkanı’nın da damadı idi.
Dolayısıyla sıradan bir haber olamazdı.
Haber önemliydi; fakat haberi haberleştiren veya yorumlayan her şeyin uzmanı (!) kişilerin tavrı da bir başka öneme sahipti.
Geçtiğimiz pazar akşamından başlayıp pazartesi gecesine kadar devam eden 30 saatlik gelişmeleri yorumlayan insanların tavrı gerçekten içler acısı idi. Değişim yaşayan ve savrulmayı ya da takla atmayı marifet bilen ünlü (!) gazetecilerin yalpalamaları artık sürpriz değildi. Ama bürokrasinin ağır kimliğini taşıyan ağdalı tavrın sahibi konumundaki 70’lik emekli diplomat ve askerlerin köşeli ve gerçeklerden yoksun köşeli ifadeleri de artık gündeme gelmeye başlamıştı. Konunun ele alınış biçimi ve sadece sonuçlarının irdelenmesi dikkat çekici.
Aslında konunun bu noktaya gelmesinin nedenlerini irdelemek galiba daha önemli.
Şöyle ki acaba Hazine ve Maliye Bakanı kendi isteğiyle mi istifa etti, yoksa istifa mı ettirildi?
Uysal bir Merkez Bankası Başkanı’nın alınması, ilk domino taşının çekilmesi olabilir mi? Piyon seçilen ve giderek kanıksanan Merkez Bankası Başkanı’nın alınması operasyonu bilinçli bir tavrın ilk adımı olabilir mi?
Böyle bir soru gündeme gelince konunun şeklinin değişeceği açık.
Düşünebiliyor musunuz Hazine ve Maliye Bakanı görevden ayrılıyor, normalde doların değer kazanması beklenirken Türk Lirası değer kazanıyor. Ya da tersten bakınca dolar bir günde yüzde 5 dolayında değer kaybediyor.
Bu acaba piyasanın sevinci mi, yoksa satranç hamlesi mi? Yani doların değer kaydı kalıcı mı yoksa yeni bir zıplayışın öncü hamlesi mi?
Nereden bakarsanız bakın, nasıl bakarsanız bakın; ekonomi öğretisinin değişmeyen yasaları ve gerçeği vardır. Bu yasalar ve gerçek, hamasete dayanmaz; basit bir arz ve talep gerçeğine dayanır. Dolayısıyla ekonominin kanunları acımasızdır.
Bütün bu yapılanlar ekonomi öğretisinin gerçeklerini tersine çevirme niyetinden kaynaklı. Yani faiz ve enflasyon sarmalı üzerine...
Yani temel yaklaşım değişmiş değil. Onun için Einstein’ın “hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuç alınamaz” fizik kanunu burada da aynen geçerli.
Dolayısıyla yeni atamalara bel bağlamak, onları kurtarıcı ve umut olarak görmek ne kadar doğru? Hatta acaba Merkez Bankası Başkanı ile Hazine ve Maliye Bakanı isimleri ters olsaydı daha mı iyi olurdu?...
İyisi mi bekleyelim, görelim.