Eğitim ve deneyim

Hasan ARDIÇ Dünyada Ekonomi

Üniversiteden mezun olurken, ya da mezun olur-olmaz çalışmak için başvurduğunuz şirketlere diplomanız ile birlikte deneyimlerinize ilişkin referanslarınızı ve bu konudaki belgeleri sunabilirseniz bu son derece iyi olur ve diğer adaylar arasında size şans veren bir farklılaşma yaratır. Bu bir. İkincisi de ana diliniz ölçüsünde bir yabancı dili ki, bu İngilizce olmalı, mükemmel kullanabildiğinizdir. 

Biz bunlara 3D diyoruz:

- Diploma, 

- Deneyim,

- Dil.

Bu koşulları mezuniyetle beraber taşımak çok zor. 20’li yaşların daha çok başındayken dil olabilir, diploma da öyle. Ama bu 2D’nin yanın bir de 3’cü D, yani deneyim edinmek çok zordur. Çünkü buna zaman yoktur, ama sanki IK bunu bilmiyormuşçasına (!) herkes de bunu ister.

1982 - 2017 yılları arasında profilimde de bahsettiğim gibi, yerli ve yabancı şirketlerde profesyonel yönetici olarak çalıştım. Çalıştığım şirketlerden yerli olanları ENKA Holding AŞ. ve DOĞUŞ Holding AŞ. gibi, dünyada tanınan ülkede de en iyiler arasında yer alan şirketlerdi. Yabancılar; Pepsi Cola, Internationale SPAR Centrale BV., SUZUKI Motor Co., gibi tamamı iş dünyasında bilinen tanınan şirketler oldu.

Bu şansı edinmek için 16-17 yaşından beri çok çalıştım, bir anlamda tempo o derece yüksek olmasa da çalışmaya halâ devam ediyorum. Gençlere de özellikle iyi bir eğitimi ve çok çalışmayı öneriyorum. Ve artık bunun kolay olmadığının da farkındayım. Ama inanın lütfen bizim zamanımızda da öyle kolay değildi, belki koşullar bakımından daha da zordu.

Her neyse, hangisinin daha zor olması değil, denemenin başarıya ulaşması ve devamının gelmesi daha önemli. Buradaki ana bakış açısı da böyle olmalı. Büyük şirketlerde tanıdık vasıtasıyla işe alınmak artık yok. Gayet iyi biliyorum. Örnekle anlatayım. P&G IK Departmanını Türkiye dışına aldı. Yani fiilen taşımadı herhalde ama iş alımlarında ilk görüşmeleri takip ettikten sonra, 4 ve 5. görüşmeleri İsviçre’de daha yüksek göreve alınacakları da Londra’da kabul ediyor. 

Türkiye gibi ülkelerde tanıdık, akraba vb kişilere işe alımda verilen öncelik;

- Liyakât sorununu gündemde tutmaya yarıyor.

- Gerçek hakkı olanları umutsuzluğa itiyor.

- İşe başladıktan sonra akrabalık vb. konumlar âdeta yeni iş pozisyonları oluyor.

- Neticede başarısızlık, iş huzursuzluğu kaçınılmaz oluyor.

Türkiye’de iş yapan yabancılar bu sorunu anlatmaya çalıştığım şekilde, verdiğim örnekteki yöntemle çözmek zorunda kaldılar. Bununla beraber, Türkiye’de iyi (Eğitimli) ailelerde yeni mezun torunlar mutlaka iyi bir şirkete girip, en az 5 yıl içinde 2-3 terfi alırlarsa, ancak o zaman kendi aile holdinglerine kabul ediliyorlar. Doğrusu da bu... Eskiden nasıldı? Delikanlı ABD’den dönerdi, ilk günden yönetim kurulu başkanı, icra kurulu başkanı, genel müdür olurdu. Filmin gerisini çoğunluk biliyor.

Özetle;

Eğitim gerekli ve önemli, üstelik iyi bir üniversitede yapılanı, daha da değerli.

Deneyim gerekli ve önemli, üstelik hakikaten kazanılanı, daha da önemli.

Eğitim için, yabancı dil konusunda da asla “Eh artık ne kadar olursa…” demek mümkün değil, ama belki o yıllarda deneyimli olmanın derecesi tartışılabilir ve zaten konuya aşina bir İK yöneticisi böyle bir yanlışın içine girmezdi. Ayrıca halk arasında “Torpil” olarak geçen uygulama rekabet azim ve hırsını yaralar ve zamanla yok ediyor; bu bir gerçek.

Tüm bunlar böyleyken, işe alım sınav(lar)ı önemlidir ve mutlaka uygulanmalıdır, hattâ belki birden fazla defa. Tabii ki buraya kadar yazılanlar kariyer planlamasına hazır olan beyaz yakalı adaylar için daha fazla geçerlidir.  

Sonuçta adaylar, “Son on yıla yakın zamanımız sınavlarda geçti, ne zaman sınanmaktan kurtulacağız?” derlerse gariplere acıyıp sakın ola ki “Az kaldı” demeyin.” Artık az kaldı.” yok, sınav hep var…

Liseye girişten beri her türlü sınava alışmış nice nesiller yetişti Türkiye’de, giderek daha da sınav deneyimlisi oluyorlar. Kaçınılmaz şekilde böyle oldu. Hızla artan nüfus, eğitim sistemindeki bazı zaaflar bu kaçınılmazlığın sonu. Maalesef sınıf / ders geçmeye odaklı bir sistem, ezbere dayalı. Bir de eğitileni eğitenin eğitimli olması gibi bir durum var ki, son zamanlarda onu da bulmak zorlaştı.

Yükseköğrenimde benim ve program ortağım Prof. Dr. Can Bilgili hocanın, birlikte takıldığımız bir fiziksel, şeklî konu var. Söylemezsem olmaz tarzında. Herkes aynı veya düzey olarak daha da üst kategoride üniversiteye gidemeyebilir: Eğitim giderleri yüksektir, karşılayamaz, yabancı dilde eğitim yapan bir üniversiteye bir yıl daha fazla gitmek (Çok doğru ve gerekli olsa da) maddî imkânı yoktur. Yükseköğrenimi sırasında bulunması gereken ülke / şehirde o nitelikte bir yüksek eğitim kurumu yoktur, transkript yeterli gelmez vb gerekçeler hep vardır. 

Apartmandan bozma, kapısında birinci sınıf lokanta gibi ışıklı “..... Falanca Üniversitesi” de yazan yükseköğrenim kurumları yok mu? Var. Üstelik bu türlerde bile eğitim paralı ve pahalı bir düzeyde. Ben İstanbul’da züccaciye mağazasından bozma, adı üniversite olan işletmeler gördüm.

Bir de şu tip üniversiteler var. Ana sebep, seçime yönelik, hiç bir şeye bakılmadan sadece törenle açılan tip üniversiteler. Büyük bir ülkemiz var, şimdilik 81 ilden oluşan. Nüfus fazla, hızlı artıyor, üstelik genç nüfus. Son iki yılda o eski genç nüfus oranı kalmadı ama yine de nüfus genç yapıda.

Büyük kentlerde açılan üniversiteler dışında olanlar, taşra demeyelim ama büyük kentleri harici bu kurumlarda; yaşam tarzı da farklı, eğitim tarzı da, ders dışı zamanın değerlendirilmesi de farklı… Kıyaslama için değil ama anlatmak istediğim gerçeği vurgulamak için; 1453 kuruluşlu İstanbul Üniversitesi ile diğerleri farklıdır. Tarihi olan, kurum olmak, hele eğitimde çok başka bir şeydir. Öğretim kadroları, boş ders olmaması, muhteşem bir bahçe ve peyzaj, postane, profesörler evi (Çok nitelikli bir restaurant dır.), büyük bir otopark, harika kütüphaneler, içinde tarihi bir yangın kulesi olması, Alınan neticelerin uluslararası standartlarda üst düzey eğitim olması (ki son yıllarda o kadar değil), diplomasının dünyada birçok ülkede tanınması, fark yaratır tabii. Ayrıca bu sadece Beyazıt’taki Merkez Bina… Yani dahası da var…

Asla küçümsemiyorum, asla… Ama şimdi; bilmiyorum varsa, Çorum Üniversitesini karşılaştırmak adil olur mu? İki farklı diplomada aynı mesleğin karşılaştırılması da olanaksız…Meselâ İ.T.Ü. Maçka Maden Fakültesi binası, Boğaziçi Üniversitesi… Sadece İstanbul’ dan örnekler verdim, ama Anadolu’da da var tabii…

Üniversite yükseköğretimin zirvesidir. Akademik çalışmaların üst merkezidir. Üniversite özgürlük demek, sormak-soruşturmak, analizler yapmak, tezler hazırlamak demektir. Bilimde nasıl bir özgürlük olması gerekiyorsa, bahçede de öyle olmalıdır, amfilerde de. Özerk ve seçilmiş öğretim üyeleri tarafından yönetilir. Bu özgürlükler silsilesinin bu derece geniş olması bu noktadan başlamasındandır. Sonuç itibariyle Üniversite eğitimi, bunda sağlanan başarı, burada kurulan ilişkiler toplumun yapısını ve gidişini bir şekilde benimser. Üniversiteler toplumun güvencelerindendir. II. WW sonrası Alman generalinin müttefik komutanlarına söylediği o ünlü sözü; “Almanya’nın üniversiteleri var” unutulmamalıdır.

Tüm yazılarını göster