Demir Özlü, 1970’lerin ikinci yarısında kitap imzalattığım ilk yazarlardan birisi. O tarihlerde yine Dünya Gazetesi’ndeyim, sanat sayfasını hazırlayan Selim İleri’ye yardım ediyorum. Bir koşu Cağaloğlu meydanına çıkıp avukatlık bürosunda “Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları”nı imzalattığım gün, dün gibi aklımda. Nasıl heyecanla, soluksuz okumuştum Derinlik Yayınları’ndan çıkan o incecik romanı. 1960 sonrasının İstanbul'unda o dönemin genç sanatçıları, yazarları, onların sıkıntıları, umutları, aşkları...
En sevdiğim yazarlardan Oktay Akbal şöyle yazmıştı roman için:
“Gerçekçilik savını ileri sürmeden gerçekçi belgeselim demeden belgesel çözümlemeye kalkmadan çözümleyici... Bir yazın yapıtı bir ülkenin yüzü var Demir Özlü tarafından ele alınıp gösterilen bir yanı... İçine girebildiğiniz bize kendi ülkemizin kapılarını açan yapıtlardan... Bir ülkenin yüzüdür edebiyat sözü üzerinde durmalı... Hele 'yüzü' hızlı bir değişme sürecinde olan bir ülkenin insanıysak... Özlü'nün küçük burjuvası gibi düşündüğümüz olmuyor mu arada bir:
'Her şey değişecek her şey değişecek' dedi. 'Tek kaygım. Kaldırıma sokağa ilerideki ağaçlara bakıyordu. Değişmelerden sonra bizim tanıyamadığımız bir dünya çıkmasın ortaya.' Biz içinde yaşadığımız dünyayı bile tanımıyoruz. Sürekli değişen bir dünyadayız... Onu bize romanlar öyküler şiirler öğretir tanıtır. 'Kendi öz ülkemizin kapılarını bize açar' Aragon'un dediği gibi...”
Daha sonra pek sık görüşemedik; 1979’da gittiği Stockholm’den (12 Eylül’den sonra) 1989’a kadar ülkesine dönemediği için, bir de 10 yıllık ara girdi.
Türkiye’ye dönüşünün ardından Türkiye Yazarlar Sendikası’nın Tünel Galip Dede Caddesi’ndeki merkezinde okurlarına açık ilk söyleşiyi ben yaptım. O tıklım tıklım salon da hep hatırımdadır.
Uzun yıllar Berlin olmak üzere birçok Avrupa kentinde yaşayan Özlü, 1989 yılından beri Türkiye ile İsveç arasında ikamet etmeyi sürdürüyor. 9 Eylül’de 85 yaşına basacak olan ustayla yaptığım bir söyleşiden kimi satırlarla yazıyı noktalamak istiyorum. Nice uzun, güzel, bol kitaplı seneler sevgili Demir Özlü:
“Genç edebiyatseverlerin ve yeni yazarların ya da yeni yazar adaylarının bütünü piyasa edebiyatının peşinde koşmuyorlar. Kendini bunun dışında tutanlar, eski geleneği sürdürmek isteyenler var. Yani edebiyatçı ticaret adamı değildir. Geleneğini sürdürmek isteyenler var, bunları görmek çok memnun ediyor beni. Fakat bir de edebiyat ticaret hayatının bir unsurudur diye hareket edenler var.
Diyor ki Berkley: ‘Çok az düşünen insan var günümüzde, ama herkesin fikri var.’ Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Ticari edebiyata açılındı. Önce itiraflar edebiyatı, yani kadınların gençliklerindeki cinsel hayatlarını anlattıkları kitaplar, romanlar vs. arkadan da detektif edebiyatı geldi. Sorunlar hiç kalmamış gibi… Hâlbuki yüz yıl evvel tatlı bir işçi sınıfı edebiyatı vardı. Sert ve ihtilalci olmayan, fakat reformları, sosyal demokrasiyi destekleyen... Şimdi ise sırf insanları eğlendirmek isteyen ve giderken uçakta okusunlar falan filan diye yazılanlar…
Heraklit diyor ki ‘en soylu olanlar her şeyden önce görkemi, ölüp giden karşısında kalıp direneni seçerler, ama çoğunluk sığırlar gibi tıkınır.’ Şimdi kapitalizmin arkasındaki düşünce güçleri insanları sadece tüketimle karşılamak istiyorlar, ama en soylu olanlar görkemi elden bırakmazlar ölüp giden karşısında. Ölüp giden nedir şimdi günümüzde? Geleneksel edebiyat... Nietzsche, Kierkergaard, ondan sonra Kafka ölsün istiyorlar, onun da ticaretini yapıyorlar... Kafka aşçı olsaydı ne yemekler yapardı falan meselâ... Böyle bir şey olabilir mi yani para kazanmak için! Kafka’nın esas metinleri yaşayacak. Öyle şeyler araştırdılar ki Kafka’nın acaba bir çocuğu var mıdır gizli gibi? Eskiye dönülecek, ama başka bir planda, daha özgür, daha geniş bir planda eski, geleneksel edebiyata dönülecek. Onun için eski edebiyatçılar çok kıymetli. Meselâ Balzac hâlâ modern romanın temelidir. Stendhal en büyük uçlarından biridir, Fransa’da son yıllarda CD haline getirmeselerdi ve radyoda okumasalardı o bile az okunan yazarlardan olacaktı. Böyle bir gerçekliği yaşıyoruz... Ama bu yetmeyecek insanlara...
Daha ilk kitabımda 1958’de ‘Bunaltı’da, Eflatun’un kitabından almıştım; Sokrates diyordu ki Kriton’a ‘Bize ne herkesin söylediklerinden mutlu Kriton. Biz en akıllıların söylediklerine bakalım.’ Yani yine azınlık, ne azınlık diyorduk ona ‘mutlu azınlık...’
Benim yaşlarımda hayat daha kolay ve daha güzel. Tutkular azalıyor, yumuşuyor, hayat daha yumuşak bir hale geliyor. İnsandaki hoşgörü daha da derinleşebiliyor, genişleyebiliyor. Bundan çok memnunum.”