Pandemi de hepimiz öğrendik ki 21. yüzyıl artık bir önceki yüzyılda uygulanan çalışma yöntemlerini kaldıracak durumda değil. Hatta bu yüzyılın başındaki çalışma yöntemleri bile Pandemi ile beraber hızla değişmeye başladı.
Herkes anladı ki devasa binalar, kum taneleri kadar insan ve kötü bir dijital altyapıyla hayatta kalma imkanı yok. Dolayısıyla herkes kapasitesini optimal seviyeye getirirken ya da indirirken, dijital altyapısını güçlendirme yoluna gitti. Önce yerel olarak başlayan, ardından da uluslararası hale gelen e-ticaret bir yandan yepyeni bir dünyayı müjdelerken, diğer taraftan kemikleşmiş devlet yapısını endişelendirmeye başladı. Hatta konvansiyonel üretim ve satış metotları ile yola devam edenlerin, alışveriş merkezlerinde dükkan kiraları ile boğuşan firmaların ve fiziki organize pazar yerlerine büyük yatırımlar yapmış olanların hükümetlere baskı yaptığına şahitlik ediyoruz. Bu durum gelişmeye direnç gösteren devlet yapısının elini güçlendirdi diyebilirim.
Her sektörde olduğu gibi perakende sektöründe de, “yenilik gelsin ama yavaş yavaş gelsin” diyen gruplaşmalar var. Bu açıdan bakıldığında, geçenlerde resmi gazetede herkesi şok eden enerji mevzuatındaki değişiklik gibi, asli işi ile yenilikleri harmanlayanların büyük bir sürprizle karşılaştığı yeni e-ticaret yasası üzerine ciddi bir analiz yapmak gerekiyor.
Öncelikle böyle bir değişikliğin kimin faydasına olduğunu, her mevzuatta olduğu gibi önce itiraz edilip sonra sağını solunu düzelteceğimiz bir hale gelip gelmeyeceği, arzu edilen sonuç yerine piyasayı bozucu yan etkileri olup olmayacağı enine boyuna tartışılmadı.
Daha önce birkaç yazımda da belirttiğim gibi, yeni e-ticaret yasası çok büyük ihtimalle konvansiyonel ticaret üzerine yatırım yapmış ve bu konuda ciddi paralar harcamış olanların lobi faaliyeti neticesinde ortaya çıkmış gözüküyor. Bununla beraber firmaların kendi ürünleri haricinde farklı markaların ürünlerini satma işinde tolerans seviyelerini aşmış oldukları da görülüyor.
Ancak bana göre bu yasa çıkarken birden fazla amaç gözetilmiş. Bunlardan biri “su akarken bardağımız dolsun” diyen kamu aklını tatmin etmek. Kesintisiz vergileri sağlamak için bir düzen kurulmuş olduğu gözüküyor. Bundan başka e-ticaret sayesinde fiyatlama esnekliği sağlamış olan firmaların bu esnekliği kaybetmesi sağlanıyor ki, fiziki mekanlarda satış yapanlar mağdur olmasın.
“Firmalar Kabuk Değiştirirken…”
Diğer taraftan pandemi ve Rusya-Ukrayna krizi neticesinde ortaya çıkan tedarik zincirindeki değişim firmaların kimlik değiştirmesine de yol açmış gözüküyor. Üretip-satmak yerine alıp-satmayı tercih etmiş ve bundan dolayı ummadığı kârlar elde etmiş olan firmaların, artık kendilerinin de bir dijital firma haline dönüşüyor olması not edilmesi gereken ayrı bir gerçek. Ancak bu konuda bazı sektörlere ayrıcalık sağlayıp bazı sektörlerde kısıt koymak doğru bir yaklaşım değil.
Mesela GSM firmaları kendilerini finans şirketi gibi ya da perakendeci konumlandırıyor, bankalar ise neredeyse hizmet firmasına dönüşmüş durumda ve bu dönüşümlerini dijitallik üzerinden sağlıyorlar. Yani farklı sektörlerdeki firmalar birbirlerine rakip olmuş durumda ve kanun buna cevap verirken, perakende firmalarının e-ticarette güçlenmesinin önünü kesen veya limitleyen bir yaklaşımı adaletli bulmuyorum açıkçası.
Fazla serbest kalan yerleri devlet fark ettiği zaman oldukça sert bir şekilde müdahale ediyor, bu doğru. Ancak içinden geçtiğimiz dönem hassas bir dönem ve elektrik piyasasından perakende piyasasına kadar ayakta kalmaya çalışan, bazı avantajlarla kar etmeyi başaran firmalara soğuk duş aldırmak, piyasa düzenleyici mekanizmaların gelişmeleri çok geç okuyabildiğini bizlere gösteriyor.
Türkiye'de bazı lobiler çok kuvvetli. Mesela tekstil lobisi, demirçelik lobisi, tarım lobisi, vs gibi güçlü insanların bulunduğu gruplaşmalar var. Yüce Atatürk’ün dediği gibi “şahsi menfaatler çoğunlukla toplum menfaatinin önüne dikiliyor” ama devletin düzenleyici otorite olarak bunu önlüyor olması lazım. Ancak bu önlemi alırken piyasa kurallarına da saygılı olması lazım. Fertlerin kanun dahilinde kazanç elde etmelerini düzene koyarken, ülkenin geleceğinde var olmayacak konvansiyonel oluşumları desteklememek, onlara suni teneffüs yapmamak lazım.
Unutmadan: Her bir mevzuatın bir felsefesi vardır. Yani bir ruhu. Her yeni çıkan mevzuatta ben bu ruhu ve felsefeyi arıyorum. Ancak her fikir yürütme "mantık" anlamına gelmeyeceği gibi, her çıkan mevzuatın kabul edilebilir bir ruhu olmuyor maalesef. John Stuart Mill‘in 200 yıl evvel söylediği gibi kanunları güçlü insanların beğendikleri ya da beğenmedikleri üzerine çıkarmamalı.
Belki işler çok karıştı ondan dolayı bu olaylarla karşılaşıyoruz. Yine Atatürk'ün belirttiği gibi “devlet ferdin işine karışmamalı ama fertler de devletin görevlerinin bazılarını kısmen ya da tamamen yapmaya kalkmamalı, işte o zaman kaos oluyor”. Hal böyleyken her çıkan mevzuat, ki çok sık yeni mevzuat çıkıyor, bir tarafı düzeltirken diğer tarafı huzursuz ediyor ve işlerini bozuyor.
Elbette mevzuat ve kanunlar politik tasarımlardır ve hiçbir politik tasarım mükemmel olamaz. Mükemmel olmasını beklemiyoruz ama “iyi” olursa hepimizin lehine olur diye düşünüyorum.