Ulu Önder Atatürk daha Cumhuriyet kurulmadan gerçekleştirdiği İzmir İktisat Kongresi’nde, ardından da yaptığı birçok konuşmada şu gerçeği dile getirmiş:
"Şahsi menfaatlerin toplum menfaatleri üzerine çıkmaması için devletin düzenleme yapması esastır ve devlet görevlerini piyasa kurallarına saygılı olarak yapmalıdır."
Burada "piyasa kuralları" olarak belirtilen arz-talep dengesi, devletin görevi de mal-hizmet üretenlerin sırtındaki yükleri hafifletme olarak tariflenmiş. Peki Atatürk bunları niye söylemiş. Halk arasında bilinen iki sebepten:
- Korku aklın katilidir
- Yokluk mertliği bozar
Birinciden başlayalım. Bir piyasayı düzenleme yapmadan uzun süre izleyen devlet önünde sonunda oldukça sert ve piyasayı çalıştırmayacak kadar rijit bir mevzuat çıkarır. Böylelikle bürokrasi "itiraz gelene kadar bekleyelim" deyip rahat yönetme yolunu seçerler. Korkular, çekinceler ve biraz da paranoya ile kaleme alınan mevzuatın çok geçmeden büyük bir kısmı esnek hale gelir. Ancak aradan geçen zaman, büyük bir kayıptır.
İkinci sebep ise şu: Ekonominin zora girdiği ve kamunun kaynak yaratmada zorlandığı zamanlarda devlet kolayca alabileceği gelirden bağımsız kesintiler tasarlamaya başlar. "Bir kerelik" alınacak bu kesintiler sektörün rekabetçiliğini bozacak yan etkiler yaratır. Büyükler küçükleri yer ya da ezer, piyasa bozulur. "Canım bir kere verecekler amma da büyüttüler" şeklinde söylemlerle geçiştirilse de, piyasaya yeni oyuncuların gelmesi bu şekilde engellenir. Hatta bazı "bir kerelik" kesintiler kalıcı hale gelir.
Şimdi şaşırtıcı bir bilgi daha vereyim: Bu şekilde yazılan mevzuatın arkasında çoğu zaman sektörün sevilmeyen ve kuralları esneten oyuncuları da bulunur. Bazen de sektörün rakibi olan başka sektörler de el atıyorlar bu kötü işlere. Siyaseti arkalarına aldıkları için bürokratlarla sürekli temas içindedirler. Son zamanlarda e-ticarette yaşananlar yukarıda bahsettiklerimizin büyük bir bölümünü kapsıyor. Sektör destek beklerken beyninden vurulmuşa döndü desem yanlış olmaz.
"Hızla geçen yasanın muhtemel yan etkileri..."
Meclis Komisyonundan eşine az rastlanacak hızda geçen ve kanunlaşan metne göre firmalar işlem hacmine bağlanan lisans bedeli ödeyecekler. Yukarıda belirttiğim gibi, kamunun gelire ihtiyacı olduğunda bir kerelik kesintileri sürekli hale getirebilme refleksi var. Metinden anladığım kadarıyla hacim yükseldikçe lisans bedeli de oransal olarak artıyor. Adeta bir çifte vergilendirme diyebilirim. Vahap Munyar üstad geçen haftaki yazısında durumu şu şekilde özetlemiş:
"100 TL'lik bir t-shirt için devlete 25 TL vergi ödenebilecek" işlem hacmi artınca böyle bir durumla karşı karşıya kalınabilir. Bu durumda e-ticaretin enflasyonist etkilerinden bahsedeceğiz pek yakında. Sürekli artan vergi ve kesintilerin fiyatlara yansıdığını sayısız örnekle test ettik sanıyorum.
Ayrıca kanunda bir de "marka yasağı" var. Cironun yüzde 50'inden fazlası fiziksel kanallar yani dükkânlardan vs geliyorsa sıkıntı yok, e-ticarette kendi markanızı satabiliyorsunuz. Eğer cironun yüzde 50'si e-ticaretten geliyorsa kendi markanızı satamıyorsunuz. Bunun gerekçesini bir gün boyunca düşündüm, aklıma sadece şu geldi. AVM yatırımcıları büyük ihtimalle "biz buraları boşuna mı açtık" diye müdahale ettiler. E-ticaret büyüdükçe bu tip inşaatlar ve binaların yerini depoculuk ile lojistik faaliyetleri alacak. Anlaşılan bu istenmiyor. Kanunlaşan kesintiler de "bunca zorluğa rağmen hala yapmaya devam ederseniz alın size faturası" anlamına geliyor.
İlk bakışta akla mantığa sığan düzenlemeler değil. Açıkçası 1923'te Atatürk'ün uyardığı durum burada gerçekleşmiş gibi gözüküyor. Yani, "piyasa düzenlemeleri piyasa kurallarına ve gerçeklerine uygun şekilde yapılmalı" uyarısını kast ediyorum. Bu tip düzenlemeler neo-liberalizme hizmet ediyor maalesef. Yani bireylerin değil grupların menfaatlerini koruyor. Elbette devlet yönetmek kolay değil ama herkesi memnun etmek de zor, bunun farkındayız.
Yine de ne fiyatlara ne de karlılığa olumlu katkısı olmayan düzenlemelere alışmadan, tez zamanda düzeltilmeleri dileğiyle.