Son yazıda makul bir faiz oranının ne düzeyde olabileceğini tartıştım. O yazıdan çıkan önemli bir sonuç, makul faizin makul bir düzeyde olmasını istiyorsak ki istememiz gerekir -zira buradan ‘makulden’ kasıt normal bir ekonomide gözlenen düşüklükte faizdir- Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını düşürmemiz gereğidir.
Bir ülke için risk primini sayıya dökmek mümkün. O ülkenin hazinesinin borçlanmak için sattığı tahvilleri satın alanların, o hazinenin kendilerine karşı yükümlülüklerini yerine getirememe ihtimaline karşı satın aldıkları sigorta için ödedikleri prim: CDS kısaltmasıyla biliniyor. Güven Sak pazartesi güzel biçimde ortaya koydu: Nasıl araba kazası yapanlardan, gelecekte kaza yapma olasılıklarının daha yüksek olduğu düşünüldüğü için bir sonraki sigortalarında yüksek prim isteniliyorsa, ekonomileri sorunlu olanlar için de aynı mantık geçerli.
Güven’in yazısında üç grafik vardı. 2010, 2017 ve 2019 için G20 ülkelerinin CDS’lerini karşılaştırıyordu. 2017 ve 2019’da grafiklerdeki ülkeler arasında en yüksek CDS primi Türkiye’nin. Üstelik, 2017 ve 2019’da ikinci sıradaki CDS primi aynı düzeyde kalmışken, Türkiye’nin 2019 primi 2017’ye göre 110 baz puan daha yüksek. Kısacası, hem birinciliği kaptırmamışız hem de aradaki mesafeyi bayağı açmışız. Ayrıca, şunu da biliyoruz: Grafikte yer alan düşmüş haliyle risk primimiz. 2018 sonlarına doğru çok daha yüksek düzeylere çıkmış, biraz düştükten sonra 2019’un ortalarında yine yüksek sayılabilecek bir düzeye ulaşmıştı.
Risk primi ile faiz oranı arasında çok yakın bir ilişki var. Bir ülkenin risk primi ne kadar yüksekse, o ülkenin sattığı tahvilleri satın almak için daha yüksek faiz talep ediyorsunuz. Nedeni açık: Riski artan bir ülkenin tahvilini satın akmak için nazlanıyorsunuz. Bazı yatırımcılar daha yüksek faiz verilirse nazlanmaktan vazgeçerken bazıları da “aman bana ne; gider başka ülkenin tahvilini satın alırım” diyor.
Grafikte 2018’in başından bugüne Türkiye’nin 5 yıllık CDS primi ile gösterge faiz oranının günlük hareketleri gösteriliyor. Gösterge faizden kasıt, Hazine’nin 2 yıllık tahvil faizinin piyasada alınıp satılması sonucunda ortaya çıkan günlük denge faizi. İki değişken arasındaki ilişki çok açık. Birlikte hareket ediyorlar. Risk primi sıçradığında faiz de sıçrıyor. Son aylarda aradaki ilişki biraz zayıflamış görünse de birlikteki hareket sürüyor. Kaldı ki bu hareketin zayıflamasının temel nedenlerinden biri de yurt dışından sermaye girişinin azalması.
Yine aynı noktaya geliyoruz. Faiz oranımızın makul bir düzeye inmesi için risk primini en aza indirmemiz gerekiyor. Neden Endonezya’nın kaza sigorta primi 63 baz puan ya da mesela Hindistan’ınki 75 baz puan iken bizimki 280 olsun? “Düzgün ekonomi politikası nedir” sorusunun klasik yanıtı olması gerekiyor: Risk primini düşük bir düzeye indiren ekonomi politikası. Peki, nasıl? Devam edeceğim.