Yerküre, geçen yüzyılda kalan ikinci dünya savaşına giden dönemin çok benzerini yaşıyor;
Bir tarafta “kurdukları düzenin koruyucusu” ülkeler; diğer tarafta kendi çıkarlarına daha uygun “yeni bir düzen” peşinde koşan revizyonistler.
Ancak konu İsrail’e gelince, ABD ve beraberindeki ülkeler, kendi kurdukları düzeni bile yok sayar hale gelmiş durumdalar;
Birleşmiş Milletler, ikinci dünya savaşı sonrası uluslararası düzenin en kritik aktörlerinden biri olarak kurgulandı. Kurgulayanların başında ABD geldiğinden, BM ana merkezi halen New York’ta.
Uluslararası Adalet Divanı da BM çatısı altında kurulan bir mahkeme. BM üyesi olan İsrail hakkında, 7 Ekim saldırıları sonrasında Gazze’ye yönelik yürüttüğü askeri operasyon nedeniyle, bir başka BM üyesi, Güney Afrika tarafından Uluslararası Adalet Divanı’nda dava açtı. Mahkeme, davanın ilk aşaması sonrasında, devam eden İsrail operasyonu konusunda “ihtiyati tedbir” kararı aldı. İsrail’den Gazze’de “soykırıma varan” operasyonları derhal sonlandırmasını, bu bölgede yaşayanların ihtiyaç duydukları temel hizmetlere ulaşımlarının derhal sağlanmasına hükmetti.
MAHKEME İSRAİL’İ UYARDI, SES ABD’DEN GELDİ
İşin ilginci, Uluslararası Adalet Divanı’nın bu kararına karşı ilk ses, doğrudan ilgisi olmayan bir başka ülkeden, ABD’den geldi.
ABD, yine BM çatısı altında Filistinliler’e yardım için kurulan uluslararası örgüt UNRWA’ya mali desteğini “askıya aldığını” açıkladı. Washington’un yardımı askıya almasının gerekçesi, yüzlerce kişiye istihdam sağlayan UNRWA’daki birkaç çalışanın 7 Ekim saldırılarına karıştıklarına yönelik iddialar.
ABD’nin “askıya alma” kararı, derhal en yakın müttefikleri Avustralya ve Kanada tarafından da benimsendi, onlar da Gazze’nin en çok ihtiyacı olduğu dönemde en önemli çatı yardım kuruluşu UNRWA’ya fonu durdurduklarını duyurdular.
ABD yönetimi, kendi kurduğu düzenin “bekçisi” gibi davranmak yerine, bizzat düzeni yıkmak için daha somut bir adım atamazdı.
TÜRKİYE’YE F-16, YUNANİSTAN F-35
Dış politikada kendi çıkarına işleyen düzeni bozan bir başka ülke ise Türkiye. O kadar ki, “yenilgi” sayılabilecek dış politika adımları, mevcut Türkiye’de “zafer” gibi ortaya konulur oldu.
İsveç’in NATO’ya girişinin onaylanmasına karşılık, ABD’nin Türkiye’nin çok ihtiyacı olan F-16 uçaklarına satış izni vermesi bunun en somut örneği.
ABD yönetimi, Türkiye’nin F-16 alımının önünü açtığı gün, Yunanistan’ın da 40 F-35 almasına onay veren resmi yazıyı Kongre’ye gönderdi.
Oysa Beşinci nesil savaş uçağı olan F-35 projesinin ilk gününden itibaren Türkiye işin içindeydi. Rusya’dan, nasıl ve kime karşı kullanılabileceği kamuoyuna doğru dürüst anlatılamayan S-400’lerin alınmasıyla, Türkiye kurucu ortak olduğu F-35 projesinden atıldı. Parasını ödediği iki F-35 uçağı teslim edilmedi, para da geri ödenmedi.
Ve şimdi Amerikan basınında yazılanlara göre, F-16 uçaklarının alınması pazarlığında, ABD’nin “ültimatomu” etkili oldu; Washington yönetimi, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini Ocak ayı içinde onaylamaması halinde, F-16’lara satış izni olmayacağını, ancak Yunanistan’a F-35 satışı için sürecin başlatılacağını resmen bildirdi. Bunun üzerine Ankara apar topar TBMM’den İsveç’in NATO üyeliğinin onayını geçirdi.
Sonuç; Türkiye hava savunması o kadar zorda ki, 4. nesil savaş uçakları olan F-16’lara razı olundu. Yunanistan ise 5. nesil F-35 sahibi oldu.
Durumun özeti bu; Türkiye, dış politika hatalarının bedelini çok ağır ödüyor...