Uzun dönemli ekonomik bunalımlar, salgınlar ve yaşanan yoğun rekabet bir şehir için nelerin önemli olduğu konusunda derinliğine incelemeleri zorunlu kılmaktadır. Tıpkı Maslow Piramiti’nde olduğu gibi, gün geçtikçe insanların şehirlerden beklentileri piramidin üst katmanlarına doğru oldukça niş ve farklı olmaktadır. Şehirler refahın merkezi olarak kendilerini yeniden keşfetmek zorunda kalmaktadır. Beklentilerin ötesinde bir şeyler sunma baskısı şehir yönetimlerinin üzerinde gittikçe artan şekilde hissedilmekte ve refahı geliştirecek sonuçlar beklenmektedir; sıradan çözümler ile sonuç almak dönemi sona ermiştir!
Uzmanlara göre insanın algı sistemini besleyen bilgi yığını öncelikle görme duyusu ve ona eşlik eden tad, işitme, koklama ve dokunma duyuları ile harekete geçmekte ve böylece bireyin duyusal süreci tamamlanmaktadır.
Şehirler yerleşim yerlerinin ayırt edici koku ve sesleri ile bir duyusal ortam oluşturmaktadır. Bunların her biri görsel ve dokunsal uyarıcıların da katkısıyla birey için sembolik anlam içermektedir. Bir zamanlar portakal çiçeği kokan Antalya gibi.
Şehirlerin ayırt edici özellik içeren bu duyuları o şehrin kimliğini oluşturmada önemli rol oynamaktadır. Ziyaretçiler içinse o şehri anımsamaya yarayan önemli birer unsur olacak, “zihin ve kalp payı” olarak görev alacaktır.
Tam da bu nedenle her şehir için koklanmak, tadılmak, duyulmak, görülmek ve dokunulmak rekabet gücü açısından her geçen gün daha önem kazanmaktadır. Ziyaretçilerin duyusal deneyim kazanmasını sağlama ve kolaylaştırma özelliği ile duyusal motifleri harekete geçirebilen şehirler onların zihin ve kalbinde pay sahibi olacaktır.
Kokular duygularımızı güçlü bir şekilde etkilemektedir. Bir insan 10 binden fazla kokuyu hatırlayabilmekte, tanıdık bir koku bizi anılarımıza götürebilmektedir. Kokular ziyaretçi zihninde duyusal deneyimlere eşlik etmekte ve anıların canlanmasına yardımcı olmaktadır. Bu nedenle bazı şehirler kendi adlarına parfüm bile üretmektedir.
Şehir dokusuna eşlik eden tasarım ve renkler duyuların harekete geçmesine sebep olmaktadır. Londra’nın kırmızı renkli, iki katlı otobüsleri gibi. Ya da bu mobil çağda pek kullanılmasa bile cadde köşelerinde yer alan kırmızı renkli telefon kulübeleri gibi. Ya da aynı tasarımda üretilmiş tamamı siyah renkte taksileri gibi.
Birçok şehir duyusal stratejiler uygulayarak insan zihninde derinliğine yer etmenin yollarını aramaktadır. Şehirler için bestelenen özgün şarkılar, sokak şarkıcıları, hatta vapur düdükleri, tamvay çanı ve bunlar gibi onlarcası farkına varmasak da zihnimizde yer etmekte, anılarımızı oluşturmaktadır.
Şehirlerimizin var olan ayırt edici duyusal motifleri koruması, kullanması ve yenilerini geliştirmesi beklenmelidir.
Haftanın Kasabası: HOLSTEBRO, DANİMARKA
37 bin nüfuslu bu küçük Danimarka kasabasının ilginç bir gelişme hikâyesi vardır. Doğal cazibesi, rekabet üstünlüğü sağlayacak bir üretim kabiliyeti olmayan kasabanın ileri gelenleri ancak temelini kültürün oluşturduğu bir strateji ile gelişip kalkınabileceklerine inanmış ve bu uğurda büyük çaba sarf etmiştir. Holstebro Belediyesi ilk olarak 1966 yılında Alberto Giacometti’nin meşhur “Arabadaki Kadın - Maren On Vehicle” heykelini o günün parasıyla yaklaşık 23 bin dolar ödeyerek satın aldı. (Bugün heykelin değerinin 3 milyon dolardan fazla olduğu söylenmektedir.)
Bu satın alma Avrupa entelektüel çevresinin dikkatini Holstebro üzerine çekmiştir. Bununla da yetinmeyen kasaba gezgin Odin Tiyatrosu’nu uzun süre kasabada ağırlamış hatta kalıcı bir sahneye sahip olmasını sağlamıştır. Her yıl 100’den fazla sanatsal etkinliğin gerçekleştiği bu küçük şehir hem ulusal hem de uluslararası arenada sanatsal imajı ile tanınmakta 100 binden fazla ziyaretçi cezbetmektedir.