Dün açıklanan mayıs ayı verilerine göre geniş tanımlı işsizlik oranı (işsizler, iş önerilirse çalışmaya hazır olanlar ve ara sıra iş buldukça çalışanların toplamının işgücüne oranı) yüzde 21.7 düzeyinde. Öte yandan çalışanların azımsanmayacak bir kısmı bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında değil. Yine TÜİK verilerine göre 2021 sonunda çalışanların yüzde 27.8’i sigortasız çalışıyor. Bekleneceği gibi, bu oran tarımda çok yüksek. Ancak sanayide de az değil: Yüzde 18.3.
Asgari ücretli çalışanların toplam çalışanlara oranı da çok yüksek. Güncel resmi veri yok. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun en son 2018 yılında yayınladığı veriye göre, sigortalı çalışanların yüzde 36.2’si asgari ücretli. Eurostat, bu oranın 2020 için yüzde 42 olduğunu belirtiyor. Dikkatinizi çekerim; bu oran sigortalı çalışanlar için. Sigortasız çalışanların çok büyük bir çoğunluğunun asgari ücretli olduğunu kabul edebilirim. Bu durumda, asgari ücret alanların toplam istihdama oranı yaklaşık yüzde 55 oluyor. Bu oranı iki farklı yönde etkileyen iki olgu söz konusu. Birincisi, işçiye asgari ücret ödeyip sonra bir kısmını geri alan işletmeler var. İkincisi, daha az prim ödemek için çalışana daha yüksek ücret öderken, onları resmi kayıtlarda asgari ücretli olan işletmeler de mevcut. Elbette bir de asgari ücrete çok yakın ücret alanlar mevcut.
Asgari ücretlinin, Temmuz başındaki artışa karşın, yılbaşındaki alım gücünün altında olduğu da bir gerçek. Zira asgari ücret yüzde 30 oranında artarken, ilk altı aylık enflasyon yüzde 42 oldu. Üstelik yüzde 78 düzeyinde olan resmi tüketici enflasyonu daha da yükselecek ve asgari ücret biraz daha eriyecek. Bu tablo, çok sevimsiz bir tablo. Sağlanan ekonomik büyümenin çalışanların önemli bir kesiminin refahını olumlu yönde etkilemediğini gösteriyor. Bir şey daha gösteriyor: Büyüme ‘her şey’ değil. Büyüyen milli gelirin nasıl paylaşıldığı da çok önemli. Gelin bir de rekor kıran ihracat açısından işgücü piyasasındaki gelişmelere bakalım. Bu çerçevede, asgari ücreti dolar cinsinden de ifade etmekte yarar var: Şimdilik 315 dolar düzeyinde. Artan risk primimiz, Fed’in ve ECB’nin peşi sıra gelecek faiz artırımları, Türkiye’nin bir yıllık dönemde çevirmesi gereken dış borç tutarı ve cari işlemler açığının artma eğilimi birlikte ele alındığında, döviz kuruna yukarı doğru baskı olduğu açık. Farklı bir ifadeyle, asgari ücretin dolar değeri aşağıya yönelecek.
Düşük ücret, düşük ücret kazananların çokluğu ve yüksek sigortasız istihdam, acı bir gerçeği ortaya koyuyor: Bu koşullar olmasa, uluslararası piyasalarda rekabet etmekte zorlanacağız ve ihracatımız daha az olacak. Böyle bakınca, temel yapısal sorunlarımızın en önemlilerinden biri ortaya çıkıyor: Verimlilik oranımız düşük. Dışarıya mal satabilmek için, düşük verimliliğimizi ücretleri düşük tutarak telafi etmeye çalışıyoruz. Bir de üstüne ‘rekabetçi kur’ söylemi ile liraya değer kaybettirme ‘dahiyane’ fikri ile hareket edince enflasyon patlıyor, düşük ücret alanların satın alma güçleri iyice eriyor. Verimliliğin nasıl artırılabileceğine odaklanmak yerine, “düşük ücret – yüksek kur” politikası uygulayınca, sağlanan büyüme ve ihracat sürdürülebilir olmuyor ve refah artırmıyor. Bu tabloyu değiştirmek şart.